İlk sustalı bıçağımı on üç yaşındayken aldım, yeşil bir sapı vardı, bir de sarı küçük düğmesi; düğmesine basınca bıçak bir ok gibi fırlardı yanından, parlak, keskin ve tehditkârdı. Aynı yıl Dostoyevski'yi keşfettim. Delikanlı'yı okudum önce, sonra Karamazon Kardeşler'i. Kitaplarımın sayfalarını sustalımla açardım. Daha o zamandan belliydi ruhumun ikiye çatlayacağı. Bir yanım bıçak ışıltılarında dolaşırdı, bir yanım kitap sayfalarında. Bir yanım hep gürültülü ve kalabalıktı, bir yanım hep yalnız kaldı. Hayata bakan bir yanım hep küstahça dürüsttü, kadınlara bakan bir yanım hep alçakça yalancı. Bir yanım korkaktı, bir yanım kavgaya koşardı. Bir yanım kadınları aldatırken bile onlara sadıktı, bir yanım sadıkken bile kadınları aldattı.
Diğer Ahmet Altan Sözleri ve Alıntıları
- Yalnızım.
Kendimi yalnız hissediyorum ki, bu yalnızlıktan da kötü. - İstediğiniz, sizden başka türlü yaratılmış olanların zaaflarını bulmak, kanatlarının arasına yerleştirilmiş kamburları saymak, sonra da sanki kanatları yokmuş gibi onların yalnızca kamburlarını söylemek: "Bak işte kamburları var."
- Bazı yazarları özler insan, onların anlattıklarını, anlatma biçimlerini, kullandıkları dili, yalnızca onlara ait olan sözcük evliliklerini, onların yarattığı ve okurken bir parçası haline geldiğiniz dünyayı, o dünyanın kokularını, seslerini, renklerini özler.
- Ve bir insanın birini hem sevip hem de ona düşmanlık duyması kadar taşınması zor bir duygu ikiliği, inanın az bulunur.
- Hakiki aşk kılıç yarası gibidir, yara kapansa da izi kalır...
- En korkunç gerçekler söylemeye değmeyecek kadar basit olan, bildik gerçeklerdir.
- Kitapların da kendi mucizesi vardı. Yazanla okuyan arasında çok kuvvetli bir bağ oluşturabiliyordu...
- ... Onun her yıl derslerine, ''Tarih bir yalandır, beyler'' diye başlaması ünlüydü.
''Tarihi iktidar sahipleri yazar ve bir katil gibi gerçeğin bütün ipuçlarını saklamaya uğraşırlar. Tarihçiler ise cinayeti aydınlatıp, gerçeği ortaya çıkarmakla yükümlüdürler. - Onlar her şeyleriyle vaatkâr ve çekicidir; bakışlarıyla, kokularıyla, duruşlarıyla, "Sev beni" derler, "sev beni, kimse benim gibi sevişemez, benim gibi öpüşemez kimse, kimin dudaklarında böyle karadut tadı var, kim bu kadar güzel kokuyor; ay ışığında çırılçıplak dolaşırım, yağmurlarda gülerim; dokun saçlarıma, hiç bu kadar parlağını gördün mü, seni öyle çok severim ki kimse benim gibi sevemez."
Kleopatra'dır onlar, Mara Hari'd,r, Messelina'dır, Hürrem Sultan'dır.
Muse'ler gibi her yolcuyu şarkılarıyla sarhoş eder, yolundan döndürürler; her gemi onların sesini dinleyebilmek için felaketlere uğramaya razı olur.
Her yerdedirler, her yanda; başınızı çevirdiğinizde bir ışık bulutunun içinden çıkıverirler.
Onlar göründüğü andan itibaren bütün duygular, bilinen ne kadar duygu varsa hepsi, saklandıkları köşelerden kuytulardan çıkarak size doğru çılgın bir koşu tutturur; hepsini tadarsınız, en yakıcı olanları, en baharatlıları, en lezzetlileri.
Ve onlar gözyaşı demektir.
Acı çektirir ve acı çekerler... - Geleceği merak ettiğim anları düşünüyorum da şimdi, hep yalnızdım o anlarda, gelecekle yalnızlık arasında bir bağ var gibi geliyor bana, insan yalnızken geleceği düşünüyor ve geleceği düşünmek insanı yalnızlaştırıyor.