Halbuki sadece kendi makamındadır çocuk. Alametiferikası mana yüklemeden dünyayı oldurmaktır. Evvela öter, ağlar, hırlar. Acziyetin acısını bilir. Az biraz ayaklanınca taşı taşa vurur, tınıyı dinler. Her bulduğunu ağzına sokarak tatları ayırt eder. Meraklı bir tanrı olur böylece. Onun aleminde kelimeler henüz bir isim değil, kainatın betimidir. Aradığı şeyleri bulamayınca şeylere isim verir. Anne yokken anne der, ekmek yokken ekmek der. Yokluğun tapınağını hasretini çektiği şeylerle örer. Gelgelelim biz yetişkinler o evlat tanrıyı alır, evvela beslemeye dönüştürür, müteakiben tenezzülü öğretiriz. Lisanın titreşimlerini, harflerin ritmini tekrarlaya tekrarlaya, bir ruh lügatini Yen'i bir ruha zerk ederiz. Bazımız ka-ke, kı-ki, ki-kö, bazımız la leyli lambır leyli dedirte dedirte çocuğa, onu bir halkın parçası ümmetin zerresi, devletin vatandaşı yapar, herkesler gibi cümle kurmayı belletiriz. Hakeza ancak tenezzül makamına geçtiğinde çocuk, insan olmaya başlar. Tekamül edecek olan ferdin ilk kademesinde uyarak bedenler olarak örtülür, sünnet edilir, papyonlanır, üniformalanır, büyüklerin kullandıkları eşyaların pleksiglas minyatürleri ile yetişkinliğe alıştırılır. Asli bedenini şatafatla maskelemek yetmezmiş gibi, o maskenin bizahiti kendisi olduğuna inandırılır. Olgunlaşma doğal bir gelişim olacağı yerde ebeveynin taassubu haline gelir. Diyeceğim şu ki gaibe karışan hayalettir çocukluğumuz. Kimi zaman matem havasında, kimi zaman nostaljik içlenmeyle yad ettiğimiz çağ, zannedildiği gibi çocukluğumuz değil, bağrımızda saklı çocuksuluğumuzdur.
Diğer Sema Kaygusuz Sözleri ve Alıntıları
- Her geçen gün biraz daha yükselip yayılarak, o küçük tohumu anımsayıp kendi belleğimi büyütüyorum aslında. Yağmuru, çavlanı, kayaları unutmadan kendi geçmişimi okuduğumda her şeyin kendi tasarımım olduğuna inanarak anlıyorum seni. Ben, beni bulacağın yere gelmiştim. En üzgün, en aç en umutlu olduğun anı kollamıştım, doğru. Her ne kadar bir raslantı gibi görünse de senin avuntunu saklıyordum içimde. Buluşabilmemiz için. İşte bu yüzden ne zaman gelip dallarımdan birine tünesen, aramızdaki o kanlı yolculuğun hatırına koruyorum seni. Yutkunduğun o kokuyu, benim eşsiz kokumu anımsamadığın için, gün geçtikçe serpilip yayılarak, her mevsim yeşil yeşil katlanarak, bedenimden eğrilerek uzanan gölgeye bakarak, kızıyorum sana. Güzel gözlüm...İçinden geçtiğim soylu Ardıç Kuşu. Kök salmış olsam da şimdi, dalımı titreten güçlü rüzgârlara aldanarak, gidebilmenin buruk umuduyla seviyorum seni.
- Her geçen gün biraz daha yükselip yayılarak, o küçük tohumu anımsayıp kendi belleğimi büyütüyorum aslında. Yağmuru, çavlanı, kayaları unutmadan kendi geçmişimi okuduğumda her şeyin kendi tasarımım olduğuna inanarak anlıyorum seni. Ben, beni bulacağın yere gelmiştim. En üzgün, en aç en umutlu olduğun anı kollamıştım, doğru. Her ne kadar bir raslantı gibi görünse de senin avuntunu saklıyordum içimde. Buluşabilmemiz için. İşte bu yüzden ne zaman gelip dallarımdan birine tünesen, aramızdaki o kanlı yolculuğun hatırına koruyorum seni. Yutkunduğun o kokuyu, benim eşsiz kokumu anımsamadığın için, gün geçtikçe serpilip yayılarak, her mevsim yeşil yeşil katlanarak, bedenimden eğrilerek uzanan gölgeye bakarak, kızıyorum sana. Güzel gözlüm...İçinden geçtiğim soylu Ardıç Kuşu. Kök salmış olsam da şimdi, dalımı titreten güçlü rüzgârlara aldanarak, gidebilmenin buruk umuduyla seviyorum seni.
- Gördüğün ilk hıdrellez ateşinden söz edeyim şimdi. Gerçekte olmadığın ama belleğinin örülmeye başladığı zamanlardan. Bundan yetmiş küsür yıl önce, henüz bir kıvılcım, ateşin dibindeki kızgın taş, yanmaya başlar başlamaz çıtırdayan kuru dallar denli yalın bir niteliğin vardı. Bir dağ yamacındaki gümüşkırı kayaçların gözüyle bakıyordun olan bitene. Bir mekândın orada. Mekâna yayılan tinsellik sen içre kalıcı bir ruh haliydi. O gün hem kendini yanan alev, hem de ateşte ısınan insandın.
- ....Kızılırmak'a oltanı salmış, oturduğun kayaya vuran suların serpintileriyle ıslanırken iri bir yayınbalığının yanılgısını düşünmüştün uzun uzun. Balık yanılgısı tuhaf şeydi gerçekten. Avlanmak balığı yanıltmakla başlıyordu. Oltadaki yeme kanmak tümüyle insan fikri olduğuna göre, oltaya vurulan balık ya insanlaşmış oluyordu ya da balıksı bir yanı vardı avlanan insanın.
- Kokusunu alamadıkları bütün felaketler, bir fotoğraf ya datelevizyon ekranında çerçevelenmiş bütün açık yaralar, iç içe çerçeveler içinde bir çerçeveyle sınırlıydı. Orada acılar kötü kokmuyor, bellekte iz bırakmıyordu. Oysa bu kez, içi sünger kırpığı dolu yer minderlerinden yükselen ağır idrar kokusunu soludukça, minderler esas anlamını kaybediyor, böylece çok fena hassaslaşıyor, pek kötü kırılganlaşıyordu tatilciler.
- Fesatlığın son demidir vesvese. Her vesveseli kişi fesat değildir elbette ama fesat kişi eninde sonunda vehmeder, zihninde geleceği değiştirir , o muazzam hayal gücünde iç karartan manzaralar oluşmaya başlar. Dahası Serpil Hanım gibiler vesveseyi dış dünyadan topladıkları için sahiden de olabilecek en kötü durumun kahinidirler. Onlar düşersin deyince düşülür, ölürsün deyince ölünür, onlar kör olursun deyince maazallah birinin gözü akar. Yürekten şom ağızlıdırlar.
- Küçük şeylerin ardından gelişen büyük inanışlar?
- Mahremi şişede, masumiyeti dışarıda kalmıştır?
- Değil mi ki sirkemsi şarap hamlığı, dağlayıcı şarap ihtişamı, tanenli şarap soyluluğu gösterir?
- Doğa, insanın doğusunda kalan, zamandan arındığımız zamansız bir kıtadır?