?Gözüm!? Bir keresinde babaannen böyle diyerek okşamıştı seni, halk dilinden türeyen bu epeski sevgi sözcüğüyle. Kendi görüp göremeyeceği her şeyi bir tek sen göresin diye mi üçüncü gözü kıldı seni? Kendinden verdiği bu göz, bakışın, algının, ışığın ve tanıklığın çok ötesinde gizil bir mirassa eğer, ne zaman fotoğraf makineni bir dürbün gibi ona buna doğrultup yakın-uzak ayarı yapsan, bil ki bir mil batırıp içine akıtıyorsun onu. Devraldığın gözü imha ediyorsun. Çünkü daha bakarken değiştiriyorsun şeyleri. Çerçeveye aldığın nesne her neyse, onu dünyadan koparıp kendi betimine buluyor, hayat sabitlediğin anlardan ibaretmiş gibi, evrenin zamandan münezzeh sıfatını önce insan yüzlerinde göreceğin yerde kendi yapıtında deniyorsun. Hiç olmazsa bir kerecik ?gözüm? diyerek sevsen beni, alnında bir yere koysan billur cismimi, bir sürü çerçeveler bulsak seninle, yağmalamadan muhafaza etsek şeyleri, itham ve iltifat etmeden sonsuzluğunu bulsak saliselerin; alelade ya da özel, kaba ya da zarif bütün nitelikleri düzlesek, baktığımız yerde göremediğimiz bir şey de olduğunu itiraf edip sussak birlikte, bu ağzı sıkılıkla hiç övünmesek, ne güzel olurdu. Yeter ki iste, sana feda olsun gözüm.
Diğer Sema Kaygusuz Sözleri ve Alıntıları
- Her geçen gün biraz daha yükselip yayılarak, o küçük tohumu anımsayıp kendi belleğimi büyütüyorum aslında. Yağmuru, çavlanı, kayaları unutmadan kendi geçmişimi okuduğumda her şeyin kendi tasarımım olduğuna inanarak anlıyorum seni. Ben, beni bulacağın yere gelmiştim. En üzgün, en aç en umutlu olduğun anı kollamıştım, doğru. Her ne kadar bir raslantı gibi görünse de senin avuntunu saklıyordum içimde. Buluşabilmemiz için. İşte bu yüzden ne zaman gelip dallarımdan birine tünesen, aramızdaki o kanlı yolculuğun hatırına koruyorum seni. Yutkunduğun o kokuyu, benim eşsiz kokumu anımsamadığın için, gün geçtikçe serpilip yayılarak, her mevsim yeşil yeşil katlanarak, bedenimden eğrilerek uzanan gölgeye bakarak, kızıyorum sana. Güzel gözlüm...İçinden geçtiğim soylu Ardıç Kuşu. Kök salmış olsam da şimdi, dalımı titreten güçlü rüzgârlara aldanarak, gidebilmenin buruk umuduyla seviyorum seni.
- Her geçen gün biraz daha yükselip yayılarak, o küçük tohumu anımsayıp kendi belleğimi büyütüyorum aslında. Yağmuru, çavlanı, kayaları unutmadan kendi geçmişimi okuduğumda her şeyin kendi tasarımım olduğuna inanarak anlıyorum seni. Ben, beni bulacağın yere gelmiştim. En üzgün, en aç en umutlu olduğun anı kollamıştım, doğru. Her ne kadar bir raslantı gibi görünse de senin avuntunu saklıyordum içimde. Buluşabilmemiz için. İşte bu yüzden ne zaman gelip dallarımdan birine tünesen, aramızdaki o kanlı yolculuğun hatırına koruyorum seni. Yutkunduğun o kokuyu, benim eşsiz kokumu anımsamadığın için, gün geçtikçe serpilip yayılarak, her mevsim yeşil yeşil katlanarak, bedenimden eğrilerek uzanan gölgeye bakarak, kızıyorum sana. Güzel gözlüm...İçinden geçtiğim soylu Ardıç Kuşu. Kök salmış olsam da şimdi, dalımı titreten güçlü rüzgârlara aldanarak, gidebilmenin buruk umuduyla seviyorum seni.
- Gördüğün ilk hıdrellez ateşinden söz edeyim şimdi. Gerçekte olmadığın ama belleğinin örülmeye başladığı zamanlardan. Bundan yetmiş küsür yıl önce, henüz bir kıvılcım, ateşin dibindeki kızgın taş, yanmaya başlar başlamaz çıtırdayan kuru dallar denli yalın bir niteliğin vardı. Bir dağ yamacındaki gümüşkırı kayaçların gözüyle bakıyordun olan bitene. Bir mekândın orada. Mekâna yayılan tinsellik sen içre kalıcı bir ruh haliydi. O gün hem kendini yanan alev, hem de ateşte ısınan insandın.
- ....Kızılırmak'a oltanı salmış, oturduğun kayaya vuran suların serpintileriyle ıslanırken iri bir yayınbalığının yanılgısını düşünmüştün uzun uzun. Balık yanılgısı tuhaf şeydi gerçekten. Avlanmak balığı yanıltmakla başlıyordu. Oltadaki yeme kanmak tümüyle insan fikri olduğuna göre, oltaya vurulan balık ya insanlaşmış oluyordu ya da balıksı bir yanı vardı avlanan insanın.
- Kokusunu alamadıkları bütün felaketler, bir fotoğraf ya datelevizyon ekranında çerçevelenmiş bütün açık yaralar, iç içe çerçeveler içinde bir çerçeveyle sınırlıydı. Orada acılar kötü kokmuyor, bellekte iz bırakmıyordu. Oysa bu kez, içi sünger kırpığı dolu yer minderlerinden yükselen ağır idrar kokusunu soludukça, minderler esas anlamını kaybediyor, böylece çok fena hassaslaşıyor, pek kötü kırılganlaşıyordu tatilciler.
- Fesatlığın son demidir vesvese. Her vesveseli kişi fesat değildir elbette ama fesat kişi eninde sonunda vehmeder, zihninde geleceği değiştirir , o muazzam hayal gücünde iç karartan manzaralar oluşmaya başlar. Dahası Serpil Hanım gibiler vesveseyi dış dünyadan topladıkları için sahiden de olabilecek en kötü durumun kahinidirler. Onlar düşersin deyince düşülür, ölürsün deyince ölünür, onlar kör olursun deyince maazallah birinin gözü akar. Yürekten şom ağızlıdırlar.
- Küçük şeylerin ardından gelişen büyük inanışlar?
- Mahremi şişede, masumiyeti dışarıda kalmıştır?
- Değil mi ki sirkemsi şarap hamlığı, dağlayıcı şarap ihtişamı, tanenli şarap soyluluğu gösterir?
- Doğa, insanın doğusunda kalan, zamandan arındığımız zamansız bir kıtadır?