Genellikle, analar babalar, dört duvar arasına hapsedilen çocuğun çilesinden habersizdirler; ama -henüz yerleşmiş kanıların esiri olmayan, sadece içgüdüleriyle hareket eden- o zavallı, hayatta attığı adımların altında bir uçurumun açıldığını duyar, isyan eder, ustasına karşı olduğu gibi, kendi ailesine de düşman kesilir.
(...)
Çocuk cahil ve delicesine bencil insan canavarlarının ellerine verilir, onlar da bu heyecanla dolu, yaşamaya susamış çelimsiz yaratığın kolunu kanadını kırarlar. Çocuğun, gün ışığına, ağaçların hışırtısına, dalgaların şırıltısına, meltemin okşayışına, kuşların cıvıltısına, sokakta koşuşan köpeklerle kedilerin özgürlüğüne, mis kokulu kırlara, kendisini yakan kara, şaşırtan güneşe, merakını uyandıran ufuklara, altında ezildiği sonsuzluğa muhtaç bir hayat tomurcuğu olduğunu o ahmak suratlı herif nereden bilsin? Çocukluğun hayat mevsimlerinin en körpesi olduğunu, mutluluk içinde bile varlığı fani olan o insan yapısının temellerinin ancak bu mevsimde atıldığını nereden akıl etsin? Oysa bütün yapının uçuruma yuvarlanması istenmiyorsa, bu temeller iyilik, yalnız iyilik harcıyla yoğrulmalıdır.
İnsanların çoğunluğu çocukluğunu dayak yiyerek, yoksunluklara katlanarak, kanunların yükselttiği o ömür törpüsü kalelerde geçirirken, hayat temellerinin böyle atılmasını nasıl isteyebilirsiniz? Yeryüzünün haydutlar, katiller, dolandırıcılar, pezevenkler, tembeller ve düzen düşmanlarıyla dolu olmasında şaşacak ne var, siz doğa yasalarına uymadıktan sonra?
Sizler, kanunlar yapmışsınız, akademiler kurmuş, ahlak kürsüleri tesis etmişsiniz, kulakları patlatırcasına çanlarını çalarak merhameti öğretmeye çalışan kiliseleriniz var, meclisleriniz var, ama bir çocuğun göğsü içinde neler kaynaştığını bilemezsiniz, güzel olabilecekken sakat bıraktığınız bu hayat hakkında da bir bilginiz yoktur.
Diğer Panait Istrati Sözleri ve Alıntıları
- Balıklar, kuşlar ve böcekler, kurtlarla tilkilere rağmen sükûn içinde yaşıyor, varolmanın zevkini duyuyor ve Yaradanın eserine saygı gösteriyorlardı.
Yalnız o, yeryüzünde yaşayan hayvanların en yırtıcısı olan insan geçtiği her yere ölüm, sefalet, kölelik tohumlarını eker. O yerlerde ki, biraz çaba harcansa, çok daha az cinayet ve bunca zevk ve saadet bizi beklerdi. - Bil ki sıradan şeyler paylaşılıp birlikte yaşanabilir. İnsan fazla mutlu olunca yalnız kalır; fazla mutsuz olunca da yalnız kalır. Öyledir: küçük çukuru herkes seninle beraber atlayabilir; ama uçurumda kimse seni takip edemez.
- Helva ve ümit, acı ağızlar için!
- Bildiğim bir şey varsa, o da, niçin, nasıl olduğunu bilmeden ahmakça ıstırap çektiğimiz, öldüğümüzdür. Şunu da biliyorum ki bizim en büyük hatamız mutluluğumuza fazla düşkün oluşumuzdur, halbuki hayat bizim arzularımıza karşı kayıtsızdır; mutluysak, tesadüfen, mutsuzsak, gene tesadüfen.
- "Kardeşçiğim, seni tekrar aramıza almak, sevmek ve kendimizi sana sevdirmek istediğimiz için seni çağırttım... Artık hayatı sevmiyor musun? Artık hiçbir şeyi sevmiyor musun?"
"Sevsem de, sevmesem de, hepsi bir... Ve hepsi boş... Fakat abla, ne diye benimle uğraşıyorsun?"
"Nasıl, Angel? Ben senin ablanım, senin derdin benim derdim demektir."
"Doğru değil. Sen kendi dertlerini çektin ve çekiyorsun, fakat benimkileri değil."
"Hayır, Angel, kanı bir olanların dertleri de birdir."
"Kan birliği diye bir şey yoktur; bir bacağımı kessem, benim kanım akar, seninki değil."
"Öyle ama birlikte çektiğimiz acılar da var."
"Öyle bir şey yok. Allah göstermesin ama, yarın sen oğlunu kaybetsen, ben acırım, fakat sen ölürsün."
Ablası, bu mantığa acı acı aklı yatarak sustu; Angel Dayı da biraz daha rakı içti. - ''Ancak sıradan şeyler paylaşılır ve ortaklaşa yaşanır. İnsanoğlu çok mutlu olduğu anda yalnız kalır; çok mutsuz olduğu zaman da öyle. Küçük bir çukura herkes seninle birlikte atlayabilir; ama hiç kimse ardından uçuruma gelemez. Eksiksiz mutluluk da bir tür uçurumdur.''
- ''Ancak sıradan şeyler paylaşılır ve ortaklaşa yaşanır. İnsanoğlu çok mutlu olduğu anda yalnız kalır; çok mutsuz olduğu zaman da öyle. Küçük bir çukura herkes seninle birlikte atlayabilir; ama hiç kimse ardından uçuruma gelemez. Eksiksiz mutluluk da bir tür uçurumdur.''
- Bazı anlar sevdiğim o insanlardan kaçar, tek başıma buraya gelir, hırsımı bu nehre haykırır, ondan benim gibi bir dost, bir serseri isterim.
Hâl böyle olunca nasıl olur da size karşı hesaplı, içten pazarlıklı, bencil davranmamı isteyebilirisiniz? Sıkıntılarınızı paylaşmama izin vermeniz, beni mutlu etmek, bana şeref vermek demektir, bir dostun yardımını ödenmiş bir borç gibi kabul etmek dostluğun hakkını vermek demektir. Benim bildiğim biricik öz cömertlik budur; ötekilerden hiçbiri karşılıksız değildir. Hatta insanı gücendirmeyecek tek cömertlik de budur bence. - Malını akrabalığından başka bir niteliği olmayan akrabalarla paylaşmak, ya da bir kadına sırf kadın olduğu için varını yoğunu yedirtmek; söyler misiniz bana sadakalarını kendi kendilerine veren bu insanlarla benim ne yakınlığım olabilir? Hayır! Hayatımda mevki sahibi olmaya hak kazanacak tek yaratık, dostluk yüzünden bütün varlığını bana verecek ve benim de bütün varlığımla kendisine bağlanacağım insan olacaktır. Gerisi beni ilgilendirmez.
- Hayatta iyi bir mevki sahibi olmak mı? Amma da iş! Sırf büyük bir patron, büyük bir tüccar olmak amacıyla yaşamak ha? Rahatlıktan, maddi refahtan başka aranacak şey yok mu? Bütün saatlerimi, bütün günlerimi, bütün ömrümü zengin olma yollarını aramakla geçireyim, sonunda da zengin olayım o zaman sen, bir de şu biçareler, beni takdir edeceksiniz... Ama, sana bir şey söyleyeyim mi, ben bu takdire metelik vermem, zengin olmaya da hiç heves ettiğim yok.
O zengin dedikleri adamların acınacak hayatları gözümün önünde, nasıl yaşadıklarını, neleri sevdiklerini, nelere düşkün oldukalrını görüyorum... Onlar insan solucanlarıdır. hayatın büyüklüğünden hiç ama hiçbir şey anlamazlar...