Fakat bu küçük sokağın garip tezatları bir değildi. Biraz ileride bir dükkanda çalınan Darülelhan plağından bir nevakar, hemen karşısındaki gramofonun ağız dolusu fışkırdığı bir fokstrotun arasından, sağanak altında kalmış bir gül bahçesi gibi kendi ledünni dünyasını açıp kapıyordu. Mümtaz ikindi güneşinin altında bütün uzunluğunca, adeta dikilmiş hissini veren; öylece gözlerine batan sokağa baktı. Bir yığın eski eşya, karyolalar, kırık dökük mobilyalar, bezi yırtık paravanlar, mangallar yol boyunca iki tarafta üst üste yan yana diziliydi. En hazini sadece oraya düşmeleriyle bir facia teşkil eden yatak ve yastıklardı. Yatak ve yastık... Kaç türlü rüya ve kaç cins uyku vardı burada... Fokstrot boşanmış zembereğin bir hırıltısı içinde kayboldu, hemen yerini insanın ancak böyle bir tesadüfle karşılaşacağı cinsten eski bir türkü aldı. -Çamlıca bağları...- Mümtaz Memo'yu tanıdı. Abdülhamid devrinin son günlerinin bütün hüznü Haliç'te boğulan bu Harbiyelinin hatırasında yaşıyordu. Ses bu hayat artıklarının üstünde geniş, aydınlık bir çadır gibi açılmışti.
Diğer Ahmet Hamdi Tanpınar Sözleri ve Alıntıları
- Ne kadar acayip insansınız! Hiç iradeniz yok mu? Hep bugünle mi meşgul olursunuz? Biraz da bütün hayatınızı düşünün.
- (...) Abdüsselam bey, içinde hiçbir çocuğun doğmadığı, büyümediği bu odaya "çocukların odası" adını vermiş be garibi şu ki bu ad tutmuştu da. Belki de bu adın sihri yüzünden bu odaya garip bir hava sinmişti. Yavaş yavaş herkes evin kaybolmuş hayatının orada toplandığına inanmıştı. Orası birikmiş ayrılıkların, üst üste yığılmış ölümlerin, hatıra ve unutulmaların odasıydı. Yaşayanlar bile orada kendi çocuklarının, ilk gençliklerinin ölümünü seyrediyorlardı. Büyük odanın ortasında daha ziyade karaya vurmuş gemi bir yığın eşya hep onları hatırlatırdı. Hülasa bu oda Abdüsselam Bey'in kalbi gibi bir şeydi. Bu iyi ruhlu adamın yanında bizi o kadar huzursuz kılan şeyin ne olduğunu ancak bu odaya bir kere olsun girenler anlayabilirdi. Çünkü bu üst üstelik, yarattığı zamandışlıkta, eşyanın kayıtsızlığını yok etmişti. Onun içindir ki anahtarı daima kapının üzerinde durduğu halde hiç kimse içeriye girmezdi.
- (...) en iyisi düşünmekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.
- (...) Saatçiyan Efendi gözlerini ayakkabılarımdan ayırdı; daha doğrusu bu ayakkabıların tek başına oraya gelmediklerini, bir sahipleri bulunması lazım geldiğini, o biçarenin de bir başı ve bu başta da bir çehrenin mevcut olabileceğini düşündü.
- (...) Çirkin diyorsunuz, binaenaleyh bugünün telakkilerine göre sempatik demektir. Sesi kötü, diyorsunuz, şu halde dokunaklı ve bazı havalara elverişli demektir. Kabiliyetsiz diyorsunuz, o halde muhakkak orjinaldir. Yarın baldızınızla meşgul olurum...Yarından itibaren baldızınız sahnededir, meşhurdur, gazetelerde ismi sık sık geçer...
- "Benim çocukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti. (...)
Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul zurna, sokaklara fırladık.
Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, "Buyurunuz efendim, bendeniz artık hevesimi aldım. Sizin olsun, belki bir işinize yarar!" diye hediye mi ederiz?(...)
Nihayet, şu kanaata vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. - "Benim çocukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti. (...)
Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul zurna, sokaklara fırladık.
Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, "Buyurunuz efendim, bendeniz artık hevesimi aldım. Sizin olsun, belki bir işinize yarar!" diye hediye mi ederiz?(...)
Nihayet, şu kanaata vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. - "Benim çocukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti. (...)
Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul zurna, sokaklara fırladık.
Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, "Buyurunuz efendim, bendeniz artık hevesimi aldım. Sizin olsun, belki bir işinize yarar!" diye hediye mi ederiz?(...)
Nihayet, şu kanaata vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. - (...)Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir.Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tayin etmektir.Hakikati görmüşsün ne çıkar?(...)Newton başına düşen elmayı,elma olmak haysiyetiyle mütalaa etseydi belki çürümüş diye atabilirdi.Fakat O böyle yapmadı.Şu elmadan nasıl istifade edebilirim? diye kendine sordu.Azami istifadem ne olabilir?..
- İnsanın sevdiği bir ev olunca, kendisine mahsus bir hayatı da olur.