Bir kolu balık bir adam,ağzından insan başı bitivermiş bir balık,bacakları arasından boğazına dek bir balığın uzandığı adam,bir insanla çiftleşmiş bir balık,bir balıkla tekleşmiş bir adam,kendi kendiyle çiftleşen bir balık,kendi kendiyle çiftleşen bir adam...Sonu yok bunun.Biri yüzü binlercesi,çevresinde çılgınca hazlar içinde çırpınıp gerinen titreyip uzayan büzülüp genleşen yaratıklar;bir yaratık,bir esrikliğin çoğalıp durduğu bir haz yaratığı.Sonu yok.Hem balıkların çiftleşmesi ancak insanların oyun olsun diye yaptıkları resimlerde görülür.
Diğer Bilge Karasu Sözleri ve Alıntıları
- Önce deniz var çünkü. İçinde orfinozu, yüzünde balıkçıyı taşıyan. Sayısız parmaklı oluduğu için, orfinozu da, balıkçıyı da, istediği yere sürükleyen, balıkla balıkçıyı ayrı ayrı yeden, kimi zaman birine, kimi zaman da öbürüne yüz verir gözüken.
- Korkumuzu azaltmalıyız. Azaltmak için de dolaşıp gezmeli, gerçek tehlikelerle karşılaşıp bu tehlikelerden kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Yola çıkarken, yalnız düşmanla karşılaşacağımı düşünüyordum, dostlar da çıktı karşıma. Dostu tanımak için gerekli vakti her zaman bulabilir miyiz? Bende biliyorum: Yok o kadar vaktimiz.
- Bu kentte, sokakta gezen herkes şemsiye kullandığı için, dışarıdayken de şemsiyeler hiç kapanmadığı için, ana caddelerde adam boyunda bir dalgalı örtü gerilmiş gibi olurdu yerle gök arasında.
- Denizi öylesine severdi. Gider çakıllara uzanır, denizin yüzünde gerinir, sularda kulaç atar, kumlarda yatardı sere serpe. Yaşamak demek, yazsa denize gitmek, kışsa deniz aylarını beklemekti ona göre.
- Her gösteriden önce mahallede kapı altlarından attıkları, kahvelere, kıraathanelere bıraktıkları, sokaklarda dağıttıkları el ilanlarının birer örneğini, her gece eve döndükten sonra özenle özel sandığına yerleştiren ustası, bir gece artık yetiştin, usta cambaz oldun, bu işi sana bırakıyorum, dediğinde, bu sözlerin gönül okşayıcılığını bir yana iterek, bunlar da anı değil mi sanki usta, diye soracak olmuştu da, ustası kükremiş, yetişememişsin daha, diyerek onu bir sıkı paylamıştı. Bunlar anı değil, ipimizden artakalacak tek im; yaşayışımız, yaşadığımız, yaşantılarımız düpedüz, demişti. Her günle, her gösteriyle sırtımıza biraz daha binen ölümün yükü, bu sandığı artık kaldırıp taşıyamadığımız gün, tamam olacak, bizi çökertecektir, bunu iyi bil; bunlarda sen varsın, ben varım; yaşadığımızı gösterecek, başkasına olsun, bize olsun, gösterecek bir şey var mı elimizde, bu kâğıt yığınından başka?
- Artık kışlak, konar kalkar köylerde kışlamadığı, kat kat yünler, postlar giyinip at sırtında uyumadığı için, bir zamanların göçebesi, içilecek suyun ardında değildi artık; yıkanılacak, çimilecek, bakılacak suyun tadına varmıştı. Şimdi aradığı, göze değil, pınar değil, çeşmeydi, hamamdı, ırmaktı, denizdi.
- İnsan soyuna soyuna deriye varır, onura öz saygısına varır. Bunları yüzmek, koparıp atmak, güçtür ya, soyunmayı yürekten benimsemiş kişi, sırası geldiğinde, bu son adımı atmağı değer bellediğinde, ölmesini bilir.
- Gitti, kendini tanıttı; genç yöneticinin güzel yüzünde, şaşırmanın yavaş yavaş dayanılmaz bir şaşkınlığa, ne yapacağını bimezliğe dönüşmesini ilgiyle seyretti.
- Yoksa bu adamları, anaları dövülsün diye mi doğurmuştu, bu çocuklar, ölmek için, kurşunlanmak için mi gelmişlerdi dünyaya? Alanda yürüyenler, şarkı söyleyenler, günün bütün haberlerini ağız gazetesiyle yayanlar, polisin kovaladığı, dövdüğü, yakalayıp götürdüğü insanlar çoğaldıkça, bugün bütün gazeteleri, dergileri sütun sütun dolduran öyküler oluştukça, birtakım adamlar gitgide köstebekleşiyor, dut yapraklarını yeyip bitiren kurtlar, tırtıllar, kupkuru kalmış dalların ilkyaz sonlarında büsbütün göze batan güdüklüğünden tel tel sarkıyor, yere yaklaşıyordu.
- Anılardan başka bir şey değiliz. Meğer ki bir başka anı yumağı, yani bir çocuk, bir oğul ya da bir kız doğurmuş, doğurtmuş, büyütmüş olalım, ya da, bir yapıt bırakmış olalım ardımızda. Eylemlerimiz, zaten, anı olacaktır.