Aynı biçimde ve donuk bir yaşamın bütün günlerinde, zaman alıp götürür bizi. Ama, bir gün gelir, bu kez de bizim zamanı taşımamız gerekir. Geleceğe dayanarak yaşarız: ''yarın'', ''ileride'', ''iyi bir işim olunca'', ''yaşlandıkça anlarsın''. Bu tutarsızlıklara hayran kalmamak elde değil, çünkü ne de olsa ölmek var işin içinde. Gene bir gün gelir, insan otuz yaşında olduğunu görür ya da söyler. Gençliğini belirtir böylece. Ama, aynı anda, zamana göre yerini de belirtir. Zamanın içinde yerini alır. Geçmesi gerektiğini söylediği bir eğrinin belirli bir anındadır. Zamanın malıdır, içinin ürpertiyle dolması üzerine, en kötü düşmanı olarak görür onu. Yarını istiyordu hep, tüm benliğinin bundan kaçınması gerekirken, yarının gelmesini diliyordu. Etin bu başkaldırışı, uyumsuz budur işte.
Diğer Albert Camus Sözleri ve Alıntıları
- Sessizlik içindeki Mersault, bu gözyaşı ve güneş yüzlü yaşamı, bu tuz ve sıcak taştaki yaşamı sevmek ve ona hayranlık duymak için kendinde taşkın, derin güçler buluyordu; onu okşamakla, kendisindeki bütün aşk ve umutsuzluk güçleri birleşecekmiş gibi geliyordu. Yoksulluğu ve eşsiz zenginliği buradaydı. Sanki sıfıra inerek oyuna yeniden başlıyor gibiydi, ama bu kez kendi güçlerinin ve kendisini yazgısının karşısında sıkıştıran duru ateşin bilincindeydi.
- İzleyen günlerde, Mersault üzerindeki bu uyuşukluğa karşı koymaya çalıştı. Günler, bahçe kapısının gıcırtısı ve sayısız sigarayla dolu geçerken, bir sıkıntı onu bu yaşama iten davranışla, bu yaşam arasındaki uyuşmazlığın boyutunu gösteriyordu.
- Evet, benden daha doğal az kimse bulunur. Yaşamla uyuşmam eksizdi, yaşama ilişkin hiçbir alayı, hiçbir büyüklüğü ve hiçbir köleliği reddetmeden, yukarıdan aşağıya yaşama katılıyorum.
- Vaktiyle bir sanayici tanımıştım, mükemmel, herkesçe tanınan bir karısı vardı, ama adam yine de aldatıyordu karısını. Bu adam, haksız olduğu için, bir erdem beratı alamadığı ya da bu berata layık olamadığı için, sözcüğün tam anlamıyla kuduruyordu. Karısı mükemmel davrandıkça, o büsbütün kuduruyordu. Sonunda haksızlığı kendisi için dayanılmaz bir hal aldı. O zaman ne yaptı dersiniz? Onu aldatmaktan vaz mı geçti? Hayır. Öldürdü onu.
- Dostluk ise daha sadedir. Uzun sürelidir ve elde edilmesi zordur, ama bir kez elde edildi mi, artık ondan kurtuluş yoktur, gereğini yerine getirmek gerekir. Hele hele hiç sanmayın ki, dostlarınız her akşam size telefon edip dostluk gereği o akşam intihara mı karar verdiniz ya da düpedüz arkadaşa mı ihtiyacınız var, dışarı çıkacak durumda mısınız diye soracaklar. Hayır, eğer telefon ederlerse, bu, sakin olun, yalnız olmadığınız ve yaşamın güzel olduğu bir akşam vakti olacaktır. İntihara ise daha çok onlar itecektir sizi, onlara göre, kendinize karşı göreviniz gereği. Dostlarımızın bizi çok yüceltmesinden Tanrı korusun bizi, aziz bayım. Görevi bizi sevmek olanlara, yani yakınlarımıza, müttefiklerimize (ne deyim!) gelince, başka bir derttir bu. Gerekli sözcüğü söyler onlar, ama bu, daha çok, işlerine gelen bir sözcüktür; tüfek atar gibi telefon ederler. Ve de vururlar. Ah!
- Biz kendimizden iyi olanlara nadir olarak bel bağlarız. Daha çok onların toplumundan kaçarız. tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi. Demek ki kendimizi düzeltmeyi ya da iyileştirmeyi istemeyiz: Önce kusurlu diye hüküm giymemiz gerekir.
- Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır.
- Kaldı ki, hiç kimsenin masum olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz, oysa herkesin suçlu olduğunu kesinlikle onaylayabiliriz. Her insan başkalarının suçuna tanıklık eder, inancım ve umudum bu benim .
- Bugün annem öldü veya dün tam hatırlamıyorum.
- ''Tabii, umut, bir yolun dönemecinde, var hızla koşarken, birden yetişen bir kurşunla yere serilivermekti.''