1928 ACIMAK Reşat Nuri Güntekin Bakış açısı tekniğinden esinli denebilir mi, bilmiyorum; Reşat Nuri Güntekin'in bütünüyle kendine özgü bir yaklaşımı var: Gerçekliğin öteki yüzü. Ne var ki, Reşat Nuri, dikkatsiz okurun kesenkes gözden kaçıracağı, üstü örtük bir şeylere de işaret ediyor: Zaman zaman Zehra'nın duyarsızlıkları belirip yitiyor, görev disiplini mi, an!aşılamıyor. Bir nokta geliyor, Zehra Öğretmen'e, babası Mürşit Efendi'nin ağır hasta olduğu haberini veriyorlar. O, yüreği kaskatı, Babam yok benim diye kestirip atıyor. Karara varmış gibiyiz: Merhametsiz bir genç hanım Zelıra Öğretmen. Sonra, babası Mürşit Efendi'ye bütün kırgınlığına rağmen İstanbul'a gidecektir. Mebus Şerif Halil Bey'in tanıtımıyla İstanbul'da ihtiyar ve alîl bir baba. Zehra'nın hatırladıklarıysa, yaşlı, çökkün babanın ailesine yaptığı kötülükler. Zehra Öğretmen'e Mürşit Efendi'den kalma defteri verirler. Reşat Nuri yine örtük bir ipucuna başvurur: Hele baş sahife şaşılacak gibiydi: Sulu boya ile yapılmış bir çiçek resmi içinde ince ve süslü bir yazı ile: 'Hatıra Defterim? ?'. Sonra sonra, kim bilir hangi küçük düşürüşlerin etkisiyle, Acımak'ı ağdalı bir melodrama indirgemiştim. 1970'lerde, Büyükdere' deki alçakgönüllü sahil gazinosunda Tomris Uyar'la tartışmıştık. Tomris Uyar, Acımak'ın gizli bir başyapıt olduğunu ileri sürüyordu. Epey şaşırmıştım... Şimdi, 2010'larda Acımak için de, Tomris'in değerlendirişi için de içim titriyor. Hele, gözlerinden sel gibi yaşlar akan Zehra Öğretmen'in romandaki son sözleri: Baba... Zavallı babam... Affet beni... . . . (...) sondan başa doğru sahifeler çevrildikçe yazı nispeten güzelleşiyordu. Hele baş sahife şaşılacak gibiydi: Sulu boya ile yapılmış bir çiçek resmi içinde ince ve süslü bir yazı ile: Hatıra Defterim. Zehra aynı zehirli gülümsemeyle başını salladı: -Hatıra Defteri... Çok tuhaf... Yaptığı bütün fenalıkları bu küçük deftere nasıl sığdırdı acaba? Lambayı minderin üstüne koydu, kendi yere oturdu, ağrıyan şakakları avuçlarının içinde, okumaya başladı.
Diğer Selim İleri Sözleri ve Alıntıları
- "Hikâyelerinizde mâzi var. Biliyor musunuz, insan mâziye geri dönebileceğini sanıyor..."
- "Hikâyelerinizde mâzi var. Biliyor musunuz, insan mâziye geri dönebileceğini sanıyor..."
- Sevgi nedir diye sormuyorum çünkü çok az biliyorum, sevgi yaşadıklarımın hiçbiri değil. Ben sormuyorsam bu adamlar gibi şimdi nerde, şimdi ne yapıyor, alışılmış sözcükleriyle bunları sormuyorsam kimse için, yaşadıklarıma sevgi gözüyle bakamam. Bir filmi seyrederken yalnızsam ve sormuyorsam içimden nasıl bulurdu o, bir kitabı okuyup da bir şeyler düşünmüşsem ve onunla tartışmayı aklımdan bile geçirmemişsem, çay içerken, neskafe için su kaynatırken, kapının zili çaldığında yüzünü şöyle bir görüp bir sözcükle, adıyla anmıyorsam, hayır, sevgiyle en küçük bir ilintisi yok bunun.
- Bir şey unutmuşum gibi geldi bana. Fakat ne? Her şeyim yanımda. Her zaman kahreden ikinci ses, "Siyah gözler unuttun" dedi. Anladım, içim ezildi.
- Bir şey unutmuşum gibi geldi bana. Fakat ne? Her şeyim yanımda. Her zaman kahreden ikinci ses, "Siyah gözler unuttun" dedi. Anladım, içim ezildi.
- İstese beni arayabilirdi. Arayıp sorardı. Bir hayalin ardındayım. Dostluklar belli yaşlarda, ilk gençlik dönemlerinde güzel. Ama ben çocuk kaldım, hiç büyümedim, hep sığ sularda..
- İstese beni arayabilirdi. Arayıp sorardı. Bir hayalin ardındayım. Dostluklar belli yaşlarda, ilk gençlik dönemlerinde güzel. Ama ben çocuk kaldım, hiç büyümedim, hep sığ sularda..
- Bu, epeydir acı çeken, belki de bütün yaşamı boyunca - söyleyemediği, dile getiremediği, dışa vurmadığı - acılar çekmiş bir insana ağlamaktı ve bu insan benim annemdi.
- Sevdiğim bir şiiri okurken, bir romanı, bir öyküyü ya da bir filmi anlatırken de gözlerim dolar, ağlarım çoğu kez. Karşımdaki kişiler, bundan tedirginlik duyarlar.
- Gözlerindeki o camı andıran, sonra yavaşça biriken, dolan, yuvasına sığamayarak taşan yaşların, gözyaşlarının nedeni nasıl açıklanır?