1922 ÇALIKUŞU Reşat Nuri Güntekin Bir Milli Mücadele romanı değil Çalıkuşu. Ama Kurtuluş Savaşı'nın sonuna doğru tefrika edilmiş, büyük heyecan uyandırmış. Tanpınar, Feride'nin mutlu sona kavuşup kavuşmayacağını çok merak ettiklerini; bu sonla, Anadolu'daki zafer arasında her okurun bağlar kurduğunu belirtir. Feride o günlerde adeta bir simge olmuş. Reşat Nuri, Çalıkuşu'nu önce İstanbul Kızı adı altında tiyatro oyunu olarak yazmış. Darülbedayi'nin repertuvara almadığı oyun kayıp. Çalıkuşu, dış görünümde, İstanbullu bir genç kızın kırık aşk hikâyesidir. Kalp ağrılı Feride Anadolu'ya kaçar, Anadolu'ya bir bakıma sığınır. Roman, Reşat Nuri'ye bir anda büyük ün kazandırıyor. 1922 sonrasında doğan birçok kız çocuğuna Feride adı takılıyor. Necati Cumalı 1963'te Çalıkuşu'nu tiyatroya uyarladı; ertesi yıl, Osman F. Seden beyazperdeye aktardı, hem Cumalı hem Seden eserin özüne sadık kaldılar. Çalıkuşu filmi aynı zamanda Türk sinemasının ve tiyatrosunun birçok oyuncusunu bir araya getiriyordu. Seden'e yıllar sonra, Küçücük rollerde bile ünlü oyuncuları nasıl oynatabildiniz? diye sormuştum. Çalıkuşu, her sanatçının kalbinde yaşattığı bir romandır demişti. Bu fılmde Munise'nin ölüm sahnesi, Türkan Şoray'la Zeynep Değirmencioğlu'nun oyunculuklarıyla sinemamızın unutulmazları arasındadır... Çalıkuşu romanı yalnızca başkişileriyle değil, yan kişileriyle de hep 'yaşayacak'. Emireri Hüseyin, öğretmen Hatice Hanım, Şeyh Yusuf Efendi bende yaşayageldi. Tutucu Hatice Hanım'ın Feride'yle birlikte insan zaaflarına açılmasını unutamam. Bestekar Yusuf Efendi'nin gülümseyen İsa resimlerini hatırlatan süzgün, hasta ve iyilik dolu çehresini yine görür gibiyim... Birol Emil 1984'te Çalıkuşu'nu şöyle değerlendirmiş: Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu ile romancılığının mihverini kurmuştur ve Türk okuyucusu, bu eserde, kendi romanını ve romancısını bulmuştur. Elli yıldır yapılan değerlendirmeler de umumiyede bu yöndedir.
Diğer Selim İleri Sözleri ve Alıntıları
- "Hikâyelerinizde mâzi var. Biliyor musunuz, insan mâziye geri dönebileceğini sanıyor..."
- "Hikâyelerinizde mâzi var. Biliyor musunuz, insan mâziye geri dönebileceğini sanıyor..."
- Sevgi nedir diye sormuyorum çünkü çok az biliyorum, sevgi yaşadıklarımın hiçbiri değil. Ben sormuyorsam bu adamlar gibi şimdi nerde, şimdi ne yapıyor, alışılmış sözcükleriyle bunları sormuyorsam kimse için, yaşadıklarıma sevgi gözüyle bakamam. Bir filmi seyrederken yalnızsam ve sormuyorsam içimden nasıl bulurdu o, bir kitabı okuyup da bir şeyler düşünmüşsem ve onunla tartışmayı aklımdan bile geçirmemişsem, çay içerken, neskafe için su kaynatırken, kapının zili çaldığında yüzünü şöyle bir görüp bir sözcükle, adıyla anmıyorsam, hayır, sevgiyle en küçük bir ilintisi yok bunun.
- Bir şey unutmuşum gibi geldi bana. Fakat ne? Her şeyim yanımda. Her zaman kahreden ikinci ses, "Siyah gözler unuttun" dedi. Anladım, içim ezildi.
- Bir şey unutmuşum gibi geldi bana. Fakat ne? Her şeyim yanımda. Her zaman kahreden ikinci ses, "Siyah gözler unuttun" dedi. Anladım, içim ezildi.
- İstese beni arayabilirdi. Arayıp sorardı. Bir hayalin ardındayım. Dostluklar belli yaşlarda, ilk gençlik dönemlerinde güzel. Ama ben çocuk kaldım, hiç büyümedim, hep sığ sularda..
- İstese beni arayabilirdi. Arayıp sorardı. Bir hayalin ardındayım. Dostluklar belli yaşlarda, ilk gençlik dönemlerinde güzel. Ama ben çocuk kaldım, hiç büyümedim, hep sığ sularda..
- Bu, epeydir acı çeken, belki de bütün yaşamı boyunca - söyleyemediği, dile getiremediği, dışa vurmadığı - acılar çekmiş bir insana ağlamaktı ve bu insan benim annemdi.
- Sevdiğim bir şiiri okurken, bir romanı, bir öyküyü ya da bir filmi anlatırken de gözlerim dolar, ağlarım çoğu kez. Karşımdaki kişiler, bundan tedirginlik duyarlar.
- Gözlerindeki o camı andıran, sonra yavaşça biriken, dolan, yuvasına sığamayarak taşan yaşların, gözyaşlarının nedeni nasıl açıklanır?