1888 ŞIK Hüseyin Rahmi Gürpınar Ahmed Midhat Efendi, evrimci, uzlaşmacı tutumu içinde; çökmekte olan bir imparatorluğun son aydınlarından. Okuryazarlığın kurtuluş fırsatı yaratacağı kanısında. Ona göre, öğrenmek aynı zamanda ilerlemektir. Vargücüyle okuryazarlığa çağırır kalabalıkları. Her şey bugünkünden ne kadar farklıdır: Efendimiz, yeni yazarlara, yeni edebiyatçılara olanak tanımayı da görev edinmiştir. Bir gün geçmiyor ki, kendisine gönderilen dosyaları incelemiyor, o roman taslaklarının acemi yazariarına yanıt göndermiyor olsun... Bu dosyayı çok beğendi, meçhul yazarım, görüşmek üzere, basımevine davet etti. Basımevine gelen, on sekiz yaşlarında, ufak tefek, çelimsiz, azıcık sinirli bir delikanlı; Ben yazdım diyor. Ahmed Midhat Efendi, o çelimsiz gencin, o hanım evladının, Şık adlı, bunca olgun bir kısa roman yazabileceğinden adamakıllı işkilli. Zaman zaman tepen şiddetli öfkesine kapılarak, adı Hüseyin Rahmi olan genci sorguya çekecek, üstüne üstlük iyice azarlayacak! Kim yazdı bu romanı, baban mı ağabeyin mi yardım etti, sen kimin emeğini çalıp çırptın?!. Şık'ın bir üstbaşlığı var: Âyine. Yine kimi eleştirmenler Âyine'yi Şık'la sınırlı ikinci ad, başlık sanmışlar. Oysa, on sekiz yaşındaki Hüseyin Rahmi, daha o zamandan, bütün eserleri için bu üstbaşlığı seçmiş. Gerçi sonra Âyine üzerinde pek durmamış romancı, ama yola çıkarken geniş bir roman coğrafyası düşünmüş olduğu çok açık.
Diğer Selim İleri Sözleri ve Alıntıları
- "Hikâyelerinizde mâzi var. Biliyor musunuz, insan mâziye geri dönebileceğini sanıyor..."
- "Hikâyelerinizde mâzi var. Biliyor musunuz, insan mâziye geri dönebileceğini sanıyor..."
- Sevgi nedir diye sormuyorum çünkü çok az biliyorum, sevgi yaşadıklarımın hiçbiri değil. Ben sormuyorsam bu adamlar gibi şimdi nerde, şimdi ne yapıyor, alışılmış sözcükleriyle bunları sormuyorsam kimse için, yaşadıklarıma sevgi gözüyle bakamam. Bir filmi seyrederken yalnızsam ve sormuyorsam içimden nasıl bulurdu o, bir kitabı okuyup da bir şeyler düşünmüşsem ve onunla tartışmayı aklımdan bile geçirmemişsem, çay içerken, neskafe için su kaynatırken, kapının zili çaldığında yüzünü şöyle bir görüp bir sözcükle, adıyla anmıyorsam, hayır, sevgiyle en küçük bir ilintisi yok bunun.
- Bir şey unutmuşum gibi geldi bana. Fakat ne? Her şeyim yanımda. Her zaman kahreden ikinci ses, "Siyah gözler unuttun" dedi. Anladım, içim ezildi.
- Bir şey unutmuşum gibi geldi bana. Fakat ne? Her şeyim yanımda. Her zaman kahreden ikinci ses, "Siyah gözler unuttun" dedi. Anladım, içim ezildi.
- İstese beni arayabilirdi. Arayıp sorardı. Bir hayalin ardındayım. Dostluklar belli yaşlarda, ilk gençlik dönemlerinde güzel. Ama ben çocuk kaldım, hiç büyümedim, hep sığ sularda..
- İstese beni arayabilirdi. Arayıp sorardı. Bir hayalin ardındayım. Dostluklar belli yaşlarda, ilk gençlik dönemlerinde güzel. Ama ben çocuk kaldım, hiç büyümedim, hep sığ sularda..
- Bu, epeydir acı çeken, belki de bütün yaşamı boyunca - söyleyemediği, dile getiremediği, dışa vurmadığı - acılar çekmiş bir insana ağlamaktı ve bu insan benim annemdi.
- Sevdiğim bir şiiri okurken, bir romanı, bir öyküyü ya da bir filmi anlatırken de gözlerim dolar, ağlarım çoğu kez. Karşımdaki kişiler, bundan tedirginlik duyarlar.
- Gözlerindeki o camı andıran, sonra yavaşça biriken, dolan, yuvasına sığamayarak taşan yaşların, gözyaşlarının nedeni nasıl açıklanır?