... etrafında düşmanca duygular yükseltmeden pek fazla yaşayamazsın; bütün herkesi memnun edemezsin, çünkü insanlar farklı şeyler isterler. Birini mutlu eden şey, bir diğerini rahatsız eder. Syf. 43
Diğer Philip K. Dick Sözleri ve Alıntıları
- Eğer ölü bir insanın içinden dışarı baksaydın yine de görebilirdin, ama göz kaslarını çalıştıramadığın için odaklayamazdın. Başını veya göz kürelerini çeviremezdin. Bütün yapabileceğin, görüş alanından bir şey geçene kadar beklemek olurdu. Donup kalırdın. Devamlı beklerdin. Berbat bir sahne olurdu.
- Benim için bu geçmiş, dedi. Şimdi, üçünüzle beraber, bu binada... Bu, göremiyorum. Bu bir yıl öncesi. Geleceği gördüğüm kadar geçmişi göremiyorum.
- Cussick, kapıdan geçebilmek için iki büklüm oldu.
"Boyları oldukça kısa olmalı," dedi.
"Çok küçük yaratıklar. En şişmanları Louis, ancak 45 kilo gelir." Rafferty durdu. "Burası mutfakları. Sandalyeler, masa, tabaklar."
Cussick'in gördüğü her şey minyatürdü. Sanki bir bebek evi gibi.
Cussick, masanın üzerinden küçük bir gazete aldı.
"Bunu okuyorlar mı?"
"Tabi." Rafferty, küçük bir koridordan geçti ve yan odalardan birine girdi. "Onlardan birinin oturduğu oda... İsmi Frank. Etrafa bak. Kitaplar, teypler, elbiseler göreceksin. Bu yaratıklar da insan. Onlar da kültürlü, zeki insanlar. Zeka bakımından bize çok yaklaşık insanlar." Eliyle belirsiz bir hareket yaptı. "Dışarıda ellerinde döviz ve sloganlarla dolaşan manyaklardan çok daha yakın."
Cussick, elektrikli traş makinesine, satranç takımına baktı.
"Bunlar nasıl bir yaratık?"
"Benim çocuklarım."
(...)
Cussick, odada dolaşırken söylendi.
"Sunî olarak geliştirilmiş garip yaratıklar."
"Önce alışması güç, ama zamanla insan alışıyor. Onlar da bizim gibi, dolaşıyor, düşünüyor, sevişiyor, aralarında kavga ediyorlar. Yüzlerindeki ifade benim yüzümdeki ifadenin benzeri. Sığınak onların dünyası ve dünya içinde organik bir hayat sürdürüyorlar."
"Amaç nedir? Eğer Dünya'da yaşayamazlarsa, onların yaratılmalarındaki amaç nedir?"
Rafferty, ciddi bir tavırla:
"Asıl önemli olan da bu," dedi. Dünya'da yaşamaları için yaratılmadılar. Venüs'te yaşayacaklar. Merih gezegeni için bir deneme yaptık, başaramadık. Merih ve Dünya, iki ayrı gezegen, fakat Venüs, Dünya'ya daha yakın. Bu sığınak, gemilerimizin Venüs'e gidip getirdikleri bilgilere dayanarak hazırlandı, aynı yaşama koşulları uygulandı."
(...)
"Yoksa onlar da Venüs hayvanları gibi sunî mi?"
"Hayır, tamamen yeni bir nesil. Orijinal insan embriyosu fenotip prensiplere dayanılarak değiştirildi. Gelişir gelişmez Venüs tipi kuluçka makinesine alındı, sonra Venüs tipi hava çadırına geçildi. İnsanların Venüs'te yaşayamadıkları gerçek. Federal Hükümet bunu denedi, ama başaramadı. Ancak, bünye bakımından değişiklik geçirmiş insanlar Venüs'te yaşayabilir." - Böylesi anlayışlar, sonunda toplama kampları üretir. Onunki katı, dürtüsel bir kişilik. Kedi düşmanlığının bir adım ötesi Yahudi düşmanlığıdır.
- "Bu işin dinamiğini kavramak durumundayız. Bu dünyanın, ya da her neyse onun, kendi yasaları var. Bizim alışkın olduklarımızdan daha farklı yasalar. Birkaç tanesiyle zaten karşılaştık. Muskalar iş bitiriyor. Bu demektir ki hayır dualarıyla ilgili tüm mekanizma işliyor." Ardından, "Ve belki beddualar da," diye ekledi.
- Torpido gözünü açan Hamilton kullanılmaktan partallaşmış oto tamir el kitabını çıkardı. Ama kalın kitabın içinde artık otomotiv yapım şemaları yoktu; onların yerini en sık kullanılan günlük dualar işgal etmişti. Bu dünyada dualar mekanik biliminin yerini alıyordu. Kitabı önüne açarak arabayı birinci vitese taktı, gaza basarken debriyajı saldı.
"Bir tek Tanrı vardır," diye başladı, "ve İkinci Bap'da O'nun..."
Marş bastı ve araba gürültüyle öne atıldı. Egzozu patlayarak ve iniltiler çıkararak otoparktan caddeye doğru süründü.
...
Arabayı otoyol boyunca Belmont'a dek götürebilmek için dört ayrı dua okumak zorunda kaldı. Bir defasında, bir garajın önünden geçerken, durup tamir ettirmeyi düşündü. Ama gördüğü tabela onu bu fikrinden caydırdı: "Nicholton ve Oğulları Oto Şifacısı"
Ve bunun da altında, üzerinde "Her gün ve her yönde arabam daha da yeni ve yenileşiyor" sloganı yazılı bir camekânla korunmuş risaleler.
Beşinci duanın ardından motor artık mükemmel çalışıyor gibiydi. Koltuk döşemeleri her zamanki göz alıcılıklarına kavuşmuşlardı. Güveni kısmen yerine gelmişti; çok tatsız bir durumdan kurtulmayı başarmıştı. Her dünyanın kendine özgü kuralları vardı. Tek sorun onları keşfedebilmekteydi. - Altlarında Yer uzanıyordu.
Hamilton'ın bugüne dek gördüğü en güzel Yer manzarasıydı bu. Birçok yönüyle beklentilerine tam bir karşılık veriyordu. Daireseldi ve bir küre olduğu çok açıktı. Kasvetli ama etkileyici bir cisim olarak ortamda sessizce asılı duruyordu.
Özellikle de tek ve eşsiz olduğu için etkileyiciydi. Hamilton görünürde başka hiçbir gezegenin olmadığını irkilerek fark etti. Gözlerini endişeyle kıstı, çevresine bakındı, neler görebildiğini tedricen ve çekingenlikle çıkarmaya çalıştı.
Dünya gök kubbede yalnızdı. Alevler içindeki küçücük bir başka küre, hareketsiz ve dev bir kütlenin çevresinde uçuşan pervane gibi Yer'in çevresinde daireler çiziyordu. Bunun Güneş olduğunu kederli bir heyecanla kavradı. Ufacıktı. Ve hareket ediyordu.
Si muove. Ama Arz değil! Si muove Güneş!
Şansına, o parıldayan ve yanan fosforlu parçacık güçlü Arz'ın öte yanındaydı. Yavaş yavaş hareket ediyordu; bir tam devir süresi yirmi dört saatti. Bu yanda ise daha da küçük, neredeyse fark edilemeyen bir zerrecik vardı. Zar zor hareket eden, önemsiz ve gözden çıkarılabilir bir çürük madde topağı. Ay, çok uzakta değildi; şemsiye onları neredeyse uzanıp dokunabilecekleri kadar yakına taşımıştı. Topak, gri bulanıklığın içinde gözden yitip gidinceye dek inanamadan ardından baktı. Madem öyle, bilim hata mı yapıyordu? Bütün evren modeli büyük bir yanlışlık mıydı? Copernicus'un o müthiş ve ezici güneş merkezli evren modeli tümden geçersiz miydi?
Karşısındaki model dev ve durağan Yer'in tek olduğu ilkel ye çağdışı geosentrik evrendi. Şimdi Mars ve Venüs'ü seçebilmeye başlamıştı, o denli önemsiz zerreciklerdi ki yok sayılsalar da olurdu. Ve yıldızlar. Onlar da inanılmaz ölçüde ufaktılar... Önemsiz bir örtü gibi. Kafasındaki kozmolojinin bütün dokusu bir an içinde gülünç bir yıkıntı halinde çöküvermişti.
Ama bütün bunlar sadece burası için geçerliydi. Burası Ptolemaios'un ilkel evreniydi; O'nun evreni değil. Küçücük güneş, ufak ufak yıldızlar, kocaman şişko Yer küresi, tam orta yerde şişmiş ve kabarmış. Bunlar burada doğruydu evrenin gidişi bu şekildeydi. Ama bunlar kendi evreni için hiçbir şey ifade etmiyordu... Tanrıya şükür! - Kafayı karıştıran bir görünüm; bir çeşit dairesel devamlılık, sisli, bulanık bir yer. Bu bir havuz muydu, bir okyanus mu? Devasa bir göl, girdaplar. Uzak kıyıda ise dağlar ve bitmek bilmeyen bir çalılık.
Ansızın, kozmik göl ortadan kayboldu, sanki üzerine bir perde inmişti. Ama kısa bir aradan sonra perde yine açılıp çekildi. Göl işte yine oradaydı; sınırları belirsiz, nemli bir cisim.
Bugüne dek gördüğü en büyük göldü bu. Tüm dünyayı içine alabilecek kadar büyük. Yaşadığı sürece daha büyük bir göl göremeyeceğinden emindi. Aylak aylak hacminin ne olabileceğini düşündü. Merkezde daha yoğun, mat bir madde vardı. Bir çeşit göl içinde göl gibi. Bütün Cennet bu dev gölden mi ibaretti? Görebildiği kadarıyla, sadece ve sadece bu göl vardı.
Ama bu bir göl değildi. Bu bir gözdü. Ve bu göz onunla McFeyffe'a bakıyordu!
Bu gözün kime ait olduğunun söylenmesine hiç hacet yoktu. - Hamilton sözünü sakınmadan, "Bak Peygamber," dedi, "doğrudan konuya girsem iyi olacak. Ben bu dünyada kırk saattir bulunuyorum, daha fazla değil. Açıkçası, tüm olanlar beni şaşırttı. Bana sorarsanız bu evrenin çivisi çıkmış derim. Bezelye iriliğinde bir Ay maskaralık! Dünya merkezli evren Güneş Yer'in çevresinde dolanıyor... İlkellik! Ve bütün bu çağdışı Tanrı kavramı; paralar ve yılanlar yağdıran, çıbanlar çıkartan yaşlı adam..."
Clamp ona keskin bir bakış fırlattı. "Ama, sevgili beyefendi, doğanın işleyişi böyle. Bunlar O'nun yarattıklarıdır."
"Bunlar, belki. Ama benimkiler değil. Benim geldiğim yerde,"
"Belki de," diye kesti Clamp, "bana nereden geldiğini söylesen iyi olur. (Tetragrammaton) olayın bu yönü hakkında beni aydınlatmadı. Bana tek söylediği yolunu şaşırmış bir canın gelmekte olduğuydu."
Hamilton olup bitenin ana hatlarını pek heves göstermeksizin açıkladı.
"Ah!" dedi Clamp o bitirdiğinde. Ellerini ardında kavuşturarak keder ve kuşkuyla çalışma odasının içinde dört döndü. "Hayır," diye ilan etti, "bunu kabul etmem çok güç. Ama öte yandan öyle olabilir de; gerçekten de olabilir. Demek, öne sürüyorsun ki, orada dikilip ilan ediyorsun ki, geçen perşembe gününe kadar O'nun varlığının değmediği bir dünyada yaşıyordun."
"Öyle söylemiyorum. Kaba, abartılı bir varlığın dokunmadığı bir dünyada diyorum. Bu feodal mabut saçmalığının. Bu yaygara ve gök gürültüsünün. Ama O orada da olabilir, rahatlıkla. Daha öncelikli bir şekilde. Perde gerisinde, her yoldan çıkana koşup tekmeyi yapıştırmadan."
Peygamber'in Hamilton'ın açıklamalarından etkilenmiş olduğu apaçıktı. "Bu sansasyonel bir olay... tamamiyle kâfir olan koskoca dünyaların varlığından haberdar değildim." - (Tetragrammaton)'un doymak bilmez bir iştahı olduğuna karar verdi. Sürekli olarak en açık bir biçimde övülmek isteyen, tam olgunlaşmamış, çocuksu bir kişilik. Hemen öfkelenebilen (Tetragrammaton)'un heyecana kayması da aynı derecede hızlı oluyor, en bariz yağcılığa bile hemen kapılıveriyordu.
(...)
"Bunların Tanrı'yla bir ilgisi yok. Bu Arthur Silvester adlı eski bir savaş gazisinin işi. Kendi tarikatına ve basmakalıp düşüncelerine dalmış, kafadan çatlak asker eskisinin. Ona sorarsan, senin gibi insanlar tehlikeli radikallerdir. Bir radikalin -genç bir radikal kadının nasıl olacağına dair de çok katı fikirleri var."
Marsha'nın kaba hatları acıyla burkuldu. "Bir karikatür gibi görünüyorum."
"Arthur Silvester'a göre üniversiteli, genç bir militan kadının görünmesi gerektiği gibi görünüyorsun. Bu hepimiz için çok zor olacak... Eğer bir an önce kendimizi Silvester'ın dünyasından dışarı atamazsak, işimiz bitik."
(...)
"Sekizimiz birden Bevatron'da proton demetinin içine düştük. Bu süre zarfında içimizden bir tek kişinin bilinci yerindeydi, bir tek referans noktası vardı. Silvester kendini hiç kaybetmemişti."
"Ve de," dedi Laws pratik bir sonuca vararak, "biz aslında burada değiliz."
"Fiziksel olarak Bevatron'un zemininde sırtüstü yatıyoruz. Ama düşüncelerimiz burada. Işının serbest enerjisi Silvester'ın kişisel dünyasını halka açık bir evrene dönüştürdü. Kafadan çatlak bir yobazın mantığına tutsak olduk; otuzlu yıllarda Chicago'da oluşturulmuş, tahtaları eksik bir tarikatı seçmiş yaşlı bir adamın. Sofuca batıl ve cahil tüm itikatlarının işlediği özel evrenindeyiz. Biz adamın kafasının içindeyiz." Eliyle çevreyi gösterdi. "Bu topraklar. Bu arazi. Bir beynin kıvrımları gibi; Silvester'ın beyninin tepeleri ve vadileri."