?? Ansızın geleceği gördüm, gözleriniz her zamanki gibi parlamıyordu. Gözleriniz bana bakmıyordu ve arkanızı dönmüştünüz bana.? ?Henriette, sen ki Tanrı?dan daha çok sevdiğim varlıksın, yaşamımın çiçeği, zambağı nasıl olur da benim benliğim olduğunuzu, ben Paris?teyken ruhum hep burada kalacak şekilde yüreğinizle birleştiğimi unutmuş görünüyorsunuz? On yedi saatlik yoldan geldiğimi, tekerlerin her dönüşünün sizi görür görmez bir fırtına gibi patlayan düşünceler ve istekler dünyası getirdiğini söylemem mi gerekiyor size?? ??Söyleyin, söyleyin! Kendime güveniyorum ben, hiçbir günah işlemeden dinleyebilirim sizi. Tanrı ölümümü istemiyor. Yarattığı varlıklara soluğunu nasıl dağıtıyorsa, bulutların yağmurunu kurak bir toprak üstüne nasıl boşaltıyorsa, sizi de bana gönderiyor. Söyleyin, söyleyin lütfen kutsal bir aşkla mı seviyorsunuz beni?? ?Kutsal bir aşkla.? ?Sonsuza kadar mı seveceksiniz beni?? ?Sonsuza kadar.? ?Peçesi ve başındaki beyaz bir taç altında kalması gereken Bakire Meryem gibi mi?? ?Gözle görülür bir Bakire Meryem gibi.? ?Bir kız kardeş gibi mi?? ?Çok sevilen bir kız kardeş gibi.? ?Bir anne gibi mi?? ?Gizliden gizliye arzulanan bir anne gibi.? ?Bir şövalye gibi umutsuzca mı?? ?Bir şövalye gibi ama umutlu.? ?Henüz daha yirmi yaşındaymışsınız ve o kötü mavi balo elbiseniz üzerinizdeymiş gibi mi?? ?Yok, daha fazlası. Sizi böyle seviyorum ve sonra sizi şey gibi?? Büyük bir kaygıyla yüzüme baktı. ?Teyzenizin sizi sevdiği gibi.? Rahatladı ve gülümsedi.
Diğer Honore de Balzac (Honoré de Balzac) Sözleri ve Alıntıları
- Ruhumun derinliklerinde, sakin zamanlarda
görünen ve fırtına dalgalarının parça parça kumsala attıkları deniz bitkilerine benzeyen
muhteşem hatıralar vardır. - ''Sevilen kadın bütün kadınların en güzeli değil midir?''
- '' Birçok mutsuz kişi için yarın anlamsız bir sözcüktür. ''
- Ertesi sabah Paris'i adeta bıçakla kesilecek kadar kalın bir sis kaplamıştı.Bütün şehri öyle sarmış ve öyle puslandırmıştı ki,en düzenli ve sözüne sadık kişiler bile,havaya aldanıp vakti şaşırdılar.Böyle yoğun sislerde iş buluşmaları kaçırılır.Saatler on ikiyi çalarken herkes daha sekiz olduğunu sanır.Saat dokuz buçuktu,Mme Vauquer,henüz yatağından çıkmamıştı bile.Christophe'la şişman Sylvie de gecikmişlerdi.Pansiyonerlere ayrılan sütün üst tabakalarıyla hazırlanan sütlü kahvelerini sakin sakin içiyorlardı.Usulsüz olarak alınan bu haracı Mme Vauquer'nin farketmemesi için de Sylvie,kalan sütü uzun zaman kaynatırdı.
- Kısa bir sessizlikten sonra Victorine:
- Mösyö Eugéne, acaba bir derdiniz mi var? diye sordu.
Rastignac:
- Kimin derdi yoktur ki? diye karşılık verdi. Eğer biz gençler, her zaman için yapmaya hazır olduğumuz fedakarlıkların karşılığını verecek bir vefa ile gerçekten sevilmiş olduğumuza inanmış olsaydık, belki hiçbir zaman sıkıntılarımız olmazdı. - Edebiyatın baştan sona acıklı anlatımlar yığını haline gelmiş bu dönemde, Dram kelimesi, fazlasıyla kullanılıp yıpratılmıştır.
- Aşk bir dindir, tapınışının da bütün diğer dinlerlerkinden daha pahalıya mal olması gerekir; çabuk geçer ama geçişini yıkıntılarla damgalamak isteyen sokak çocuğu gibi geçer. Duygunun yüceliği, tavan aralarının şiiridir; bu zenginlik olmazsa, aşk ne uruma düşerdi buralarda?
- Baştan başa aşk içinde geçen bu hayat, doğa yasaları bakımından uğursuz bir ayrıcalıktır. Her çiçek solar, bütün mutlulukların ertesi günü kötüdür, ertesi günü varsa. Gerçek hayat bir sıkıntıdır.
- Aşk, ikinci bir değişme çağımızdır bizim.
- Hangi durumda olursa olsun, kadınların erkeklerden daha fazla acı çekme nedenleri vardır, bu yüzden erkeklerden daha çok acı çekerler. Erkek güçlüdür, gücünün etkisini gösterir: Gider, gelir, düşünür, bir şeyler yapmaya çalışır, geleceği anlayıp teselli bulur. Charles da işte böyle yapıyordu. Ama kadın, yaşadığı yerde, hiçbir şeyin avutamadığı kederiyle baş başadır; kederin açmış olduğu uçurumun dibinde kadar iner, derinliğini ölçer; onu, genellikle duaları ve gözyaşlarıyla doldurur. Eugénie de böyle yapıyordu.