- Peki, ahlakın temeli din olabilir mi? O da mümkün değil, çünkü din başka bir adamın lafıdır. Birileri çıkmış, o dinin otoritesini sağlamak için bir şeyler söylemiş. ?Bana bunu birileri söyledi, bizi yaratan söyledi? demiş. Peki, bu birileri bunları bana niye söylemiyor? Bu yaratan bu kadar güçlüyse niçin bir elçi kullanıyor? Hepimize tek tek söylesin rahat edelim. Dolayısıyla dinin ahlakın temeli olması söz konusu değildir. Gazali, ?Nedenselliği temellendiremiyoruz, o zaman vahiye inanalım? derken ve nedenselliği temellendiremezken, vahiy dediği şeyin de nihayetinde bir adamın lafı olduğunu düşünmüyor; peki bu lafa nasıl inanıyor? Kendi gözüyle gördüğünü temellendiremiyor ve bir başka adamın lafına sığınıyor. Olacak iş değil bu. Ben tanrının elçisiyim, ruhlarla konuşuyorum, gökyüzünden mesaj alıyorum, tanrının oğluyum vs. Bunları bugün söyleyen biriyle karşılaşıldığında ilk yapılacak iş bir psikiyatrı aramak olur. Zaten aklı başında insanlar bu tür iddialarda bulunanlara artık akıllı bir insan muamelesi yapmıyorlar. İlk Çağın büyük medeniyetinin temsilcisi Roma?da da bu böyleydi. Mesela Judea?nın Roma genel valisi Pontius Pilatus da, İsa?ya öyle muamele etmiş, kendisiyle akıl çerçevesi içinde bir anlaşmaya varmanın mümkün olmadığını görerek eyaletteki asayişin zarar görmemesi adına onu Yahudi cellatlarına teslim etmiştir. Bence güzel bir noktaya geldik. Peki, Yunan?da neden peygamber çıkmıyor? Her ne kadar birkaç peygamberlik heveslisi olmuşsa da orada da, Yunanlı, ?Bak kardeşim bu dediğin zırvalık vs.? diyerek bu iddiaları reddetmiş. Yunanlının bu peygamberlere zırva diyebilmesinin sebebi, Yunanlının ilk bireysel eleştiriyi icat etmesiyle ilgilidir. Bireysel eleştiriyi icat eden, daha doğrusu bunu sistemli bir hale getiren bu insanların kim olduğunu biliyoruz: Thales ve Anaksimander. Bunların şöyle bir iddiaları var: ?Fırtına çıktığı zaman Zeus yaptı diyoruz, deprem olduğu zaman Poseidon yaptı diyoruz, bunlara mani olmak için Zeus?a büyük boğalar, Poseidon?a atlar kurban ediyoruz ama bu felaketler durmuyor. O halde bu işte bir keyfilik var. Sağlık tanrısı Asklepios bazı hastaları iyi ediyor, bazılarını etmiyor. Sokrates ölüme giderken; ?Ben bu hayat denen hastalıktan kurtulduğum için Asklepios?a bir horoz kesiverin? diyor. O halde, ?Horoz kesen ile kesmeyen arasında bir fark olmadığına göre, ortada keyfi bir durum var.? Thales, Mısır seyahatinde müthiş bir keşifte bulunarak, Nil Nehri?nin baskınlarına mani olabilmek için kadastro ustalarının benzer üçgenler gibi belirli kurallar dahilinde hesap yaptıklarını görmüş. Kadastro ustalarına bildiklerini nasıl öğrendiklerini sormuş, ?Ustalarımızdan? cevabını almış. ?Peki bunun bir kitabı yok mu?? diye sormuş, ?Yok? demişler. Thales burada şunu fark ediyor: ?Bu ilişkiler her yerde doğru, nerede benzer üçgen varsa aralarındaki ilişkiler aynı. Kesin bir doğruluk var ve tanrıya sormadan bunları kendi başımıza öğrenebiliriz. Demek ki, tanrılara kurban vermeden, tanrılara yakarmadan gerçeğe ulaşabiliyorum.? Çok büyük bir keşif bu. Teoremleri ispat etmeye başlamış ardından. Sonra arkadaşı Anksimander?le birlikte, ?Öteki soruları da böyle cevaplandırabilir miyiz?? sorusunun peşine düşmüşler. Fırtına niye oluyor, deprem niye oluyor, insanlar niye ölüyor? Sonra fark ediyorlar ki, bu soruların cevapları geometrik soruların cevabına benzemiyor, çok karmaşık bir sistemin gözlemine dayanıyor. Fakat sonsuza kadar gözlem yapmaları mümkün değil, dolayısıyla ?Gözlem yapalım ardından da bu gözlemlerle tutarlı bir hipotez, varsayım ortaya atalım? demişler. Tesadüfen doğruyu bulabiliriz, bulamasak dahi varsayım, gözlemlerimizi yönlendirir, başka yerlere gideriz. Dolayısıyla ilk defa eleştirel bir güçle bilgi edinmeye başlamışız. Daha önce sorduğumuz gibi, ahlak buna dayanır mı, dayanmaz mı? Toplumu bilimsel olarak incelediğimiz zaman en önemli ve altın kuralın şu olduğunu görüyoruz: ?Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma.? Bu kural üzerine bir ahlak inşa edilmeye çalışılmışsa da bunun yetmediği görülmüş. Çünkü insan kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkasına yapmamayı düşünüyorsa da yapmayı da çok istiyor. Bu yüzden ilave kurallar icat etmeye başlanılmış. Mesela, ?O benim babamı öldürdüyse ben de gidip onun babasını öldüreyim? gibi. Bir adam birini öldürdü, o birinin ailesinden biri onun çocuğunu öldürdü, böyle devam eden bir kan davası ortaya çıkıyor. Mesela Tevrat buna izin veriyor: ?Göze göz, dişe diş.? Bu, her ne kadar yanlış bir anlayış olsa da o dönem insanlarını tatmin ediyor. İnsan kötü bir işi ahlakın içine çekmeye çalışıyor ve bunu yaparken de arkasına Tanrı dediği hayali varlığın otoritesini alıyor. Ama sonra bunun da iyi bir yere gitmediği görülüyor ve değişik şekillerde sınırlamaya çalışıyorlar. ?Babamı öldüren bu alçağı ben öldürmeyeyim, ama bir hakim öldürsün, hadiseler bizden bağımsız gelişsin,? ve böylece idam cezası icat ediliyor. Sonra bakıyorlar ki idam cezası da bir işe yaramıyor. Bu şekilde hukuk dediğimiz kurallar gelişmeye başlıyor. Hukukun ilk otoritesini hep dinler sağlamıştır. Fakat bunlar bilimsel temelleri olmadığı için insanları yanlış yere götürüyorlar. Mesela bir engizisyon mahkemesini düşündüğünüzde, suçlu olduğunu varsaydıkları bir kişiden işkenceyle itiraf alıyorlar, sonra da bunu yapan bir papaz olduğu için Allah söyletti diyorlar. Tabii böyle bir zırvalığın, böyle bir zulmün toplumda uzun süre kabul görmesi mümkün değildir ve olmamıştır da.
Diğer Celal Şengör Sözleri ve Alıntıları
- Atatürk'ün yapmak istediği, medeniyetten kastı, birbirinin fikirlerine tahammül edebilen, birbirinin fikirlerini eleştirerek, gözleme, mantığa dayanarak eleştirerek geliştirmeyi bilen bir toplum yaratmak. Fakat çelişkisel bir şekilde bunu yapabilmek için kendisi de bir dayatmada bulunmak zorunda. "Yanlışın üzerinde ısrar etmenize izin vermeyeceğim" diyor. Peki yanlış olduğunu nereden biliyor? Sırf o değil ki, aklı başında herkes biliyor bunu. Yani, Kızıldeniz'in bir asa ile yarılmadığını, Nuh Tufanının olmadığını, Adem ile Havva'nın rüzgar eserek çamurdan yaratılmadığını v.s. herkes biliyor. Atatürk şunu söylüyor: "Bu hurafelerin üzerine bir toplum bina edemeyiz. Sen buna inanmak istiyorsan inanabilirsin ama bunu dayatmana müsaade etmeyeceğim. Sizin dayatmanızdır ki, toplumu felakete götürdü, çürüttü, yok etti. Ben bu çökmüş toplumun çocuğuyum, yeni nesillerin bu felakette doğmasına müsaade etmeyeceğim."
- ... Paşa'nın arabasını görünce faytonlardan fırlarlar, Atatürk'e sarılırlar: "Paşam 400 senedir ilk defa meydan muharebesi kazanıyoruz, var olun!"
- (Yavuz) Selim kendisini İslam'ın başı, lideri ilan ediyor. İslamın başıyım derken de Türkiye'ye ilk defa Ortodoks İslam'ı sokuyor. O zamana kadar Osmanlı'da bu tür bir İslam geleneği yok. Osmanlı'da o döneme kadar Ahmet Yesevi'den bu yana sürdürülen daha liberal, dervişlerin yönettiği bir İslam geleneği var. Yavuz ilk defa Arap tarzı İslam'ı içimize sokuyor ve o dönemden itibaren Türkiye'nin çöküşü başlıyor.
- İspanyayı batırmak kolay mıdır? Beş yüz küsür yıl önce Kristof Kolomb keşfe çıkacakken ispanya Kralı'na gidiyor, o da "Önce Salamanca Üniversitesi'ne soralım" diyor. Senin ülkende böyle bir soruyu sorabileceğin kurum yok. O zaman da yok, şimdi de yok. Olsa bile sormaya niyetli, sormanın gerekli olduğunu düşünebilecek kapasitede yöneticilerimiz yok.
- Bilimsel düşünme, yani akıl ve bilgi yönünde eleştirebilme yeteneği olmayan veya pek az gelişmiş bulunan toplumlarda "ne yazsan gider" ölçütü geçerli olduğundan, gazetecilerin doğruyu yansıtma çabaları az gelişmiştir.
- Atatürk?ün meclisi sadece iki defa tehdit ettiği söylenir: Birincisi, Büyük Taarruz?dan evvel başkumandanlık görüşmeleri sürerken. Bu tehdidi de şu sözlerden ibarettir: ??Orduyu başsız bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım.?? Diğeri de hilâfetin saltanattan ayrılması tartışmaları sürerken söylediği: ??Bu iş olacaktır. Ama bu arada bazı kafalar da kopabilir??sözleridir.
- Sumner, her toplumun kendi içinden yargılanması gerektiğini iddia ederek, dış kıstaslarla toplumların konumlarını belirlemenin yanlış olacağını öne sürmüştür.
- Dostları tarafından ??Allah?ın bir lûtfu??, düşmanları tarafından da ??deccal?? olarak betimlenmişse de bilimsel bir akıl ne birinci ne de ikinci yorumu ciddiye alabilir. Dâhi Atatürk, dehâsını belli bir yöntem izleyerek kullanmış ve başarıya ulaşmış, üstün yetenekli bir insandır.
- Eleştirel akılcılık, sorun çözmek için varsayım önermek ve önerilen varsayımları gözlem raporlarıyla kontrol ederek, gözlemle çelişenleri bir diğer deyişle ??yanlışlanmış?? olanları elemek olarak ifade edebilir.
- Benzer şekilde, enine çizgiler içeren bir kare, boyuna çizgiler içeren aynı boyutlardaki bir kareden daha genişmiş gibi gözükür. Demek ki, gözlerimiz ve dolayısıyla doğa bizi yanıltabilmektedir.