- Daha on sekizinci yüzyılda yapılan coğrafî keşif gezileri sayesinde, bazı toplumların fikirsel ve hissî gelişmelerinin diğerleri kadar olmadığı açıklık kazanmıştı. Meselâ Kaptan James Cook (1728- 1779), Büyük Okyanus adalarının birindeyken gemisine misafir gelen bir yerli kralının, un çuvalı taşıyan tayfaların elinden çuvalın kazayla düşerek patlaması sonucunda elbisesinin kirlendiğini görmesiyle hıçkırarak ağlamaya başlaması, elbisesi temizlenince de sanki hiçbir şey olmamış gibi diplomatik ziyaretine devam etmesi karşısında hayrete düşmüş, bu insanların gelişim düzeylerinin bir çocuğunki kadar olduğunu düşünmüştü. 1982 yılında yayımlanan kitabında Profesör Edgerton?un bütün dünyadan derlediği örneklerle vardığı sonuç, Cook?unkinin aynıdır. Bazı toplumlar gelişme basamaklarında geridir; bazıları ise ileri. ?Bunu kabul etmemek, geri toplumları gerida kalmaya mahkûm etmek demektir,? diyor Edgerton. Atatürk de kendi toplumunun geri, hattâ hasta olduğu kanaatindeydi. Ahmet Hâşim?in pek çok yazımda atıf yaptığım 1919 tarihli bir mektubunu okuyanlar, Atatürk?e hak vermeden edemezler. Bu mektubu bu önsöz içinde, mümkün olduğu kadar çok kişinin okumuş olması için, tekrar yayınlıyorum. Unutmayın, bu mektup yazıldığı zaman ortada ne Atatürk?ün fikirleri, ne de icraatı vardı henüz: ?Ankara?da Almanya İmparatoru?nun Anadolu hastalıklarını incelemek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli üyeleriyle görüştüm ... Anlamışlar ki, Anadolu Türkleri?nin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. Cinsi yakın bir yok olma ile tehdit eden bu halin sebebi nedir bilir misin? Beslenme eksikliği. Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı! ... İstisnasız nakil vasıtaları olan kağnı hiç şüphe yok ki taş devri keşiflerinden ve âletlerindendir. Kağnı bir araba değil, fakat hayvana yapışıp ... onun kanını ve canını emen bir canavardır! ... Evlerine gelince, onlar da öyle: Duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Anadolu külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celâl?in dediği gibi, en nefis icatları olan yoğurt bile pislik mahsûlünden başka birşey değildir. ...Anadolu hemen baştan başa frengilidir. Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, topluca o kadar topal ve topalların o kadar muhtelif çeşidi görülür ki insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum sanır? 5 Bu mektupta yazılanlar Bağdat doğumlu bir şairimizin kaleminden çıkmıştır. Hâşim, Galatasaray?da okumuş, İzmir?de öğretmenlik yapmış, Düyûn-u Umumiye?de çalışarak devletinin mâlî sefaletini yakından tanımış, Birinci Dünya Savaşı?ndaki askerliği esnasında ise Anadolu?yu gezmiştir. Daha sonra Osmanlı Bankası?nda çalışan şâir, tedavi için Frankfurt?a gittiğinde Avrupa?yı da yakından tanımış, bu konuda ölümünden bir yıl önce bir de Frankfurt Seyahatnamesi başlıklı bir kitap yazmıştır. Yani, Hâşim?in gözlemleri bilgili ve akıllı bir adamın gözlemleridir. Bu gözlemlerin ortaya serdiği ise taş devrinde kalmış, daha doğrusu, o düzeye itilmiş bir toplumdur. Gerçi böyle gözlemleri yapan tek Osmanlı Hâşim değildi. Osmanlı?nın son ikiyüz yılı içinde buna benzer gözlemler ve fikirler pek çokları tarafından, hattâ bizzat III. Mustafa, III. Selim ve II. Mahmud gibi padişahlarca bile dile getirilmiştir. Bunu inkâr eden tarih cahilidir veya kötü niyetlidir. Bugün Atatürk?ün yaptıklarından ziyade yöntemlerine tevcih edilen eleştirilerin büyük çoğunluğu, Atatürk?ün içinde faaliyet gösterdiği zamanın şartları dikkate alınmadan yapılmış boş eleştirilerdir; çoğu, Uğur Mumcu merhumun ifadesiyle, bilgisi olmadan fikir üretmeye kalkanların söyledikleridir. Bu eleştiriler genellikle belirli fikirleri hiçbir eleştiriye tâbi tutmadan kabul eden yobazlar tarafından yapılmaktadır. Bunların temsilcileri, politik yelpazenin en sağından en soluna kadar saçıldıkları gibi, sosyal disiplinler içinde bilim yaptıklarını sananlar arasından da çıkmaktadırlar.
Diğer Celal Şengör Sözleri ve Alıntıları
- Atatürk'ün yapmak istediği, medeniyetten kastı, birbirinin fikirlerine tahammül edebilen, birbirinin fikirlerini eleştirerek, gözleme, mantığa dayanarak eleştirerek geliştirmeyi bilen bir toplum yaratmak. Fakat çelişkisel bir şekilde bunu yapabilmek için kendisi de bir dayatmada bulunmak zorunda. "Yanlışın üzerinde ısrar etmenize izin vermeyeceğim" diyor. Peki yanlış olduğunu nereden biliyor? Sırf o değil ki, aklı başında herkes biliyor bunu. Yani, Kızıldeniz'in bir asa ile yarılmadığını, Nuh Tufanının olmadığını, Adem ile Havva'nın rüzgar eserek çamurdan yaratılmadığını v.s. herkes biliyor. Atatürk şunu söylüyor: "Bu hurafelerin üzerine bir toplum bina edemeyiz. Sen buna inanmak istiyorsan inanabilirsin ama bunu dayatmana müsaade etmeyeceğim. Sizin dayatmanızdır ki, toplumu felakete götürdü, çürüttü, yok etti. Ben bu çökmüş toplumun çocuğuyum, yeni nesillerin bu felakette doğmasına müsaade etmeyeceğim."
- ... Paşa'nın arabasını görünce faytonlardan fırlarlar, Atatürk'e sarılırlar: "Paşam 400 senedir ilk defa meydan muharebesi kazanıyoruz, var olun!"
- (Yavuz) Selim kendisini İslam'ın başı, lideri ilan ediyor. İslamın başıyım derken de Türkiye'ye ilk defa Ortodoks İslam'ı sokuyor. O zamana kadar Osmanlı'da bu tür bir İslam geleneği yok. Osmanlı'da o döneme kadar Ahmet Yesevi'den bu yana sürdürülen daha liberal, dervişlerin yönettiği bir İslam geleneği var. Yavuz ilk defa Arap tarzı İslam'ı içimize sokuyor ve o dönemden itibaren Türkiye'nin çöküşü başlıyor.
- İspanyayı batırmak kolay mıdır? Beş yüz küsür yıl önce Kristof Kolomb keşfe çıkacakken ispanya Kralı'na gidiyor, o da "Önce Salamanca Üniversitesi'ne soralım" diyor. Senin ülkende böyle bir soruyu sorabileceğin kurum yok. O zaman da yok, şimdi de yok. Olsa bile sormaya niyetli, sormanın gerekli olduğunu düşünebilecek kapasitede yöneticilerimiz yok.
- Bilimsel düşünme, yani akıl ve bilgi yönünde eleştirebilme yeteneği olmayan veya pek az gelişmiş bulunan toplumlarda "ne yazsan gider" ölçütü geçerli olduğundan, gazetecilerin doğruyu yansıtma çabaları az gelişmiştir.
- Atatürk?ün meclisi sadece iki defa tehdit ettiği söylenir: Birincisi, Büyük Taarruz?dan evvel başkumandanlık görüşmeleri sürerken. Bu tehdidi de şu sözlerden ibarettir: ??Orduyu başsız bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım.?? Diğeri de hilâfetin saltanattan ayrılması tartışmaları sürerken söylediği: ??Bu iş olacaktır. Ama bu arada bazı kafalar da kopabilir??sözleridir.
- Sumner, her toplumun kendi içinden yargılanması gerektiğini iddia ederek, dış kıstaslarla toplumların konumlarını belirlemenin yanlış olacağını öne sürmüştür.
- Dostları tarafından ??Allah?ın bir lûtfu??, düşmanları tarafından da ??deccal?? olarak betimlenmişse de bilimsel bir akıl ne birinci ne de ikinci yorumu ciddiye alabilir. Dâhi Atatürk, dehâsını belli bir yöntem izleyerek kullanmış ve başarıya ulaşmış, üstün yetenekli bir insandır.
- Eleştirel akılcılık, sorun çözmek için varsayım önermek ve önerilen varsayımları gözlem raporlarıyla kontrol ederek, gözlemle çelişenleri bir diğer deyişle ??yanlışlanmış?? olanları elemek olarak ifade edebilir.
- Benzer şekilde, enine çizgiler içeren bir kare, boyuna çizgiler içeren aynı boyutlardaki bir kareden daha genişmiş gibi gözükür. Demek ki, gözlerimiz ve dolayısıyla doğa bizi yanıltabilmektedir.