- 18. Yüzyıl?da, 1744 senesinde, bugün hâlâ taksonominin temeli olan çift isimli sınıflamanın kurucusu Carl von Linne şöyle bir tez atıyor ortaya: Nuh Tufanı sırasındaki gemi bir metafordu. Söz konusu olan bir gemi değil, bir dağdı ve adı da Cennet Dağı?ydı. Bütün hayvanlar ve insanlar bu dağda yaratıldılar. Bu dağ en soğuk iklimden, en sıcak iklime kadar, üzerinde her şeyi bulunduruyordu, herkes de burada yaşıyordu. Tufan olduğu zaman bu dağın önemli bir kısmı su altında kaldı ama hepsi değil. Dolayısıyla buradaki hayvanlar ve bitkiler yukarıya toplandılar, kurtuldular. Sular çekildikten sonra bunlar dünyaya dağıldılar. Bu, tarihteki ilk biyolojik dağılım teorisidir. Linne?nin hemen ardından de Guignes meşhur eserini 1857?de yayınlar ve burada şu tezi ortaya atar: Yunanlıların bahsettiği bir dağ sistemi vardır. Anadolu?da başlar, Himalayalar?a kadar uzanır, adı da ?Taurus?dur. 34. paralel üzerinde uzayan bir dağ sistemidir. Nuh Tufanı?nın ardından bu dağ sistemindeki insanlar ve diğer canlılar hayatta kalmayı başardılar ve iki gruba ayrıldılar. Bir kısmı güneye gitti; bunlar Hint, Çin, Hami ve Sami ırklarını oluşturdular. Bir kısmı da kuzeye gittiler; Türkler, Moğollar ve diğerleri. Bunlar buradan dağılmak suretiyle medeniyeti yaymışlardır. Çünkü göç edenler bir tek onlardır. Ötekiler gittikleri yerde kalmışlardır. Hintli, Hindistan?da kalmış; Çinli, Çin?de kalmış; Arap, Arabistan?da kalmış; Hami, Afrika?da kalmış. Ötekiler dağılmışlar. Bu iddia Atatürk?ün hoşuna gidiyor. Sonra Atatürk?ün okuduğu kitaplar arasında Sven Hedin?in kitapları da var. Hedin, bir Orta Asya kâşifi. Orta Asya?da bulduğu şeylerden biri de bugün kurumuş olan büyük göller. Sonra Atatürk, bütün bu okudukları üzerine bir teori kuruyor. Tarih çağlarının başında Orta Asya?da bir iç deniz var ve iklimin kötüleşmesiyle bu deniz kurudu, insanlar buradan göç etmek zorunda kaldı. İşte dünyaya medeniyeti dağıtan insanlar burada giden insanlardır, bunlar da Türklerdir. Bunun üzerine Atatürk?ün emriyle Türk Tarihinin Ana Hatları adlı bir kitap yazılıyor ve kitaptan sadece yüz adet basılıyor. Bir de atlas yaptırıyor Atatürk, bundan da ne hikmetse yüz elli adet bastırıyor. Bir de bu kitabın ilk bölümüyle meşhur Türkiyatçı Cahun?un yazmış olduğu bir makale var, onu da Türkçeye tercüme ettiriyor, bu ilk bölümün arkasına koyduruyor, küçük bir kitap yaptırıyor, bundan da otuz bin adet bastırıyor. Bu, halk için. Fakat o yüz tanelik kalın, koca kitabı uzmanlara dağıttırıyor. Uzmanlardan şunu istiyor; okuyun ve tenkit edin. Sonra güya bir seri etüt geliyor. Bu serinin adı da Umumi Türk Tarihi Müsveddeleri?dir. Atatürk bunları okuyor, maşallah hepsi, ?Paşam ne iyi düşünmüşsünüz?, ?Ne kadar doğru demişsiniz? vs. Atatürk ?Olmadı. Tenkit istiyorum. Medhiye istemiyorum? diyor. İkinci bir dağıtım yapılıyor, tekrar görev veriliyor. Bu sefer Umumi Türk Tarihi Müsveddeleri Seri 2 toplu başlığı altında daha kalabalık bir seri geliyor. Atatürk okuyor, yine ?Olmadı? diyor. Çok daha dar bir gruba üçüncü defa dağıtıyor ve nihayetinde tatmin olmuyor. Geoffrey Lewis?in bir lafı var: ?Atatürk sıkı bir tartışmaya bayılıyordu ama bunu yapacak insan yoktu etrafında.? Atatürk kendine kafa tutulmasını isteyen bir insandı, bunu anlıyoruz. Bu, aynı zamanda dehanın da bir işaretidir; her türlü fikirden istifade etmek. Birkaç çok yakın arkadaşı dışında etrafında bunu yapacak insan yok ve Atatürk bunun çok açık bir şekilde farkında. Ardından Türk Tarih Kurumu kuruluyor ve Atatürk bu kuruma bir görev veriyor: ?Tarihin görevi, hadiseleri olduğu gibi aksettirmektir. Eğer tarihçi doğruyu söylemezse hadiseler insanı şaşırtacak bir mahiyet alır.? Özetle, doğru dürüst bilim yapın diyor. Tarih ne diyorsa onu öğrenelim diyor. Kendi tarih tezi unutulup gidiyor mu? Atatürk unutulmasını istediği halde hayır! Dalkavuklar Atatürk öldükten sonra devam ediyorlar. Sonraları, hattâ maalesef başbakan bile olmuş bir profesör vardır, Şemsettin Günaltay; ?Türk Tarih Tezi Hakkındaki İntikatların Mahiyeti ve Tezin Kat?i Zaferi? diye bir makale bile yazıyor Atatürk?ün öldüğü sene. Öyle bir zafer falan yok ortada, Atatürk dahi iddia etmiyor bunu. Ama bu dalkavuk sürüsü bu iddiayı bilimsellikten çıkartıyorlar, propaganda haline getiriyorlar. Buna Kemalizm demek mümkün değil, zira Kemalizm; tenkittir, doğruyu aramaktır, bilimsel düşüncedir. Bunlarınkine dalkavukluk denir. Kemalizm?in adı böyle dalkavuklar yüzünden kötüye çıkmıştır.
Diğer Celal Şengör Sözleri ve Alıntıları
- Atatürk'ün yapmak istediği, medeniyetten kastı, birbirinin fikirlerine tahammül edebilen, birbirinin fikirlerini eleştirerek, gözleme, mantığa dayanarak eleştirerek geliştirmeyi bilen bir toplum yaratmak. Fakat çelişkisel bir şekilde bunu yapabilmek için kendisi de bir dayatmada bulunmak zorunda. "Yanlışın üzerinde ısrar etmenize izin vermeyeceğim" diyor. Peki yanlış olduğunu nereden biliyor? Sırf o değil ki, aklı başında herkes biliyor bunu. Yani, Kızıldeniz'in bir asa ile yarılmadığını, Nuh Tufanının olmadığını, Adem ile Havva'nın rüzgar eserek çamurdan yaratılmadığını v.s. herkes biliyor. Atatürk şunu söylüyor: "Bu hurafelerin üzerine bir toplum bina edemeyiz. Sen buna inanmak istiyorsan inanabilirsin ama bunu dayatmana müsaade etmeyeceğim. Sizin dayatmanızdır ki, toplumu felakete götürdü, çürüttü, yok etti. Ben bu çökmüş toplumun çocuğuyum, yeni nesillerin bu felakette doğmasına müsaade etmeyeceğim."
- ... Paşa'nın arabasını görünce faytonlardan fırlarlar, Atatürk'e sarılırlar: "Paşam 400 senedir ilk defa meydan muharebesi kazanıyoruz, var olun!"
- (Yavuz) Selim kendisini İslam'ın başı, lideri ilan ediyor. İslamın başıyım derken de Türkiye'ye ilk defa Ortodoks İslam'ı sokuyor. O zamana kadar Osmanlı'da bu tür bir İslam geleneği yok. Osmanlı'da o döneme kadar Ahmet Yesevi'den bu yana sürdürülen daha liberal, dervişlerin yönettiği bir İslam geleneği var. Yavuz ilk defa Arap tarzı İslam'ı içimize sokuyor ve o dönemden itibaren Türkiye'nin çöküşü başlıyor.
- İspanyayı batırmak kolay mıdır? Beş yüz küsür yıl önce Kristof Kolomb keşfe çıkacakken ispanya Kralı'na gidiyor, o da "Önce Salamanca Üniversitesi'ne soralım" diyor. Senin ülkende böyle bir soruyu sorabileceğin kurum yok. O zaman da yok, şimdi de yok. Olsa bile sormaya niyetli, sormanın gerekli olduğunu düşünebilecek kapasitede yöneticilerimiz yok.
- Bilimsel düşünme, yani akıl ve bilgi yönünde eleştirebilme yeteneği olmayan veya pek az gelişmiş bulunan toplumlarda "ne yazsan gider" ölçütü geçerli olduğundan, gazetecilerin doğruyu yansıtma çabaları az gelişmiştir.
- Atatürk?ün meclisi sadece iki defa tehdit ettiği söylenir: Birincisi, Büyük Taarruz?dan evvel başkumandanlık görüşmeleri sürerken. Bu tehdidi de şu sözlerden ibarettir: ??Orduyu başsız bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım.?? Diğeri de hilâfetin saltanattan ayrılması tartışmaları sürerken söylediği: ??Bu iş olacaktır. Ama bu arada bazı kafalar da kopabilir??sözleridir.
- Sumner, her toplumun kendi içinden yargılanması gerektiğini iddia ederek, dış kıstaslarla toplumların konumlarını belirlemenin yanlış olacağını öne sürmüştür.
- Dostları tarafından ??Allah?ın bir lûtfu??, düşmanları tarafından da ??deccal?? olarak betimlenmişse de bilimsel bir akıl ne birinci ne de ikinci yorumu ciddiye alabilir. Dâhi Atatürk, dehâsını belli bir yöntem izleyerek kullanmış ve başarıya ulaşmış, üstün yetenekli bir insandır.
- Eleştirel akılcılık, sorun çözmek için varsayım önermek ve önerilen varsayımları gözlem raporlarıyla kontrol ederek, gözlemle çelişenleri bir diğer deyişle ??yanlışlanmış?? olanları elemek olarak ifade edebilir.
- Benzer şekilde, enine çizgiler içeren bir kare, boyuna çizgiler içeren aynı boyutlardaki bir kareden daha genişmiş gibi gözükür. Demek ki, gözlerimiz ve dolayısıyla doğa bizi yanıltabilmektedir.