- Filozoflar; sadece akılla gidiyorlar, netice idlâle çıkıyor.
Kelâmcılar; vahyin içinde akılla gidiyorlar, fakat onlar da bir noktada kalıyorlar.
İşte bu sebeple;
Tasavvuf ehli, aklın gücünün bittiği yerde teslîmiyetle kulluğun kemâline eriyor. Zira İslâm, teslîmiyet ile müsemmâdır. Bu açıdan ehl-i tasavvuf; Allâh'a, Peygamber'e ve Kitabullâh'a teslîmiyetle yola devam ettiklerinden dolayı Allah ile cidâle girmiyor. - Kişinin sağlığındayken yaptırdığı câmi ve hayır müesseselerine kendi ismini vermesi; riyâ, kibir ve şöhrete kapı aralayabileceğinden doğru bir davranış değildir. Lâkin, kendisinin vefâtından sonra, o kişiye hayır duâ edilmesi maksadıyla isminin verilmesinde, -riyâ tehlikesi ortadan kalkmış olduğu için- bir beis yoktur.
- Kalbin düzelmesi, amelin düzelmesi ile; amelin düzelmesi ise niyetin düzelmesi ile mümkündür.
- Ey ölümden korkup kaçan can! İşin aslını, sözün doğrusunu istersen, sen aslında ölümden korkmuyorsun, sen kendi hâl ve amellerinden korkuyorsun. Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun, ölümün çehresi değil, kendi iç dünyanın çirkin yüzüdür...
(Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-) - Rivayete göre bir terzi, sâlihlerden bir zâta:
"-Rasûlullah (s.a.v.)'in: 'Allah Teâlâ, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği müddetçe kabûl eder.' hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz?" diye suâl etti. O zât da sordu:
-Evet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir?
-Terziyim, elbise dikerim.
-Terzilikte en kolay şey nedir?
-Makası tutup kumaşı kesmektir.
-Kaç seneden beri bu işi yaparsın?
-Otuz seneden beri.
-Canın gırtlağın geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?
-Hayır, kesemem.
-Ey terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün kuvvetin yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasip olmayabilir... Sen hiç: 'Ölüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!' sözünü işitmedin mi?" - Allah'ın rahmet ve merhametini ön plana çıkararak ümit verici bir üslûp ile telkinde bulunmak, mânevi buhrana sürüklenmiş olan cemiyetimiz için de fevkalâde ehemmiyetlidir. İnsanları akıl kavgalarına sürüklemek değil, hissen kazanmak, daha faydalı bir yoldur. Zira birçokları, aklen yanlış bir şekilde şartlandırılmış olabilirler. Onun için "cedel ve münâkaşa" ile iknâ edilip kazanılmaları çoğunlukla imkân dahilinde olmaz. Çünkü menfî şartlanmalar, aklî delilleri kabûle mânîdir. Kalplerin hakîkatle ülfet edebilmesi için, evvelâ müsâmaha ile yaklaşılıp, içteki yüce temâyüllerin yeşermesine çalışmak ve bir muhabbet havası tesis etmek, daha tesirli bir yoldur.
- "Siyer" bir kronoloji bilgisi değil. Altını çizerek, gözümüzden ziyade kalbimizle siyer okumamız gerekiyor.
- Şeyh Sâdî Gülistan'da hayırları bile zulüm olan zâlim ve fâsık birini şöyle anlatır. Bu zâlim hükümdar, bir Allah dostuna;
"- İbadetlerin hangisi efdaldir?" diye sorar.
O da;
"- Senin için uykudur. Çünkü, uykuda olduğun zaman kimseyi incitemezsin!..." cevabını verir. - İnsan; ölüm anında, dili ne söylesin, başucunda kim otursun istiyorsa; ömür boyu böyle insanlarla hemhâl olmalı, böyle sözlere kulak vermelidir. İnsan; ebediyet yolculuğunun sonunda kimlerle olmak istiyorsa, yolda da onlarla olmalıdır.
- "Ey dünya malı için çırpınan ve dünyaya tapan gafil!.. Firavun'da olan kötü ahlak, tamamıyla sende de var! Sen de kibirlisin, sen de kendini beğeniyorsun, sen de mal ve şehvet peşinde koşuyorsun! Fakat senin ejderhan, yani nefsin; acizlik, yoksulluk kuyusuna düşmüş, güçsüz kalmış da Firavun kadar saldıramıyor!"