- 1912'lerde Cemâl Paşa Arap şeyhlerini valilik konağına davet eder ve onlara Arap halklarının kalkınması ve Arap topraklarının zenginleşmesi konusunda girişmek istediği işler ve yenilikler hakkında bilgi verir. Cemâl Paşa'nın kafasında çorak arazilerin sulandırılması ve böylece verimli hale getirilmesi fikri yatmaktadır. Sir William Wilcox'a hazırlattığı projeyi uygulamak düşüncesindedir. Ve bu işleri yapmak için halktan vergi almayı da düşünmez. Bilindiği gibi Arap halkları, Osmanlı devletinin tebası olmakla beraber, esasen ne vergi ve ne de başka herhangi bir mükellefiyet altına sokulmamıştır. Bu işe girişebilmek için Arap şeyhlerinden kendisine yardımcı olmalarını ister ve isterken de onlara "Hiç korkunuz ve endişeniz olmasın; size bağlı Arap halklarına herhangi bir mükellefiyet yükleyecek değilim. Onları vergi yükümü altına da sokacak değilim. Benim tek düşüncem Arap halklarını refah ve mutluluğa eriştirmektir. Sizlerden öğrenmek istediğim şey çöldeki Arap aşiretlerinin sayısıdır" der. Cemâl Paşanın bu sözlerini dinleyen Arap şeyhleri, hiçbir şey söylemeden ve başlarını öne eğerek teker teker salonu terk edip giderler. Bu sinsi tutumlarının altında ne melanet yattığını daha sonraki olaylar ortaya koyacaktır. Nitekim Cemâl Paşa'nın, gerekli bilgileri toplamak üzere Şam'a gönderdiği haberciler yola çıkıp çölii geçmeye başladıkları sırada çöldeki Araplar tarafından öldürülmüş ve vücutları paramparça edilmiştir. Arap şeyhlerinin Cemâl Paşaya verdikleri cevap budur. İzahı güç bu Arap davranışı karşısında Cemâl Paşa, girişmek istediği projeden vazgeçer.
- Şunu belirtmek gerekir ki, Türkün Batı'ya yönelmesini ve Batı uygarlığına temel olan kuruluşları benimsemesini İslama aykırılık gibi gösteren ve bu nedenle Türk'e her türlü iftira ve suçlamayı caiz gören Arap liderleri ya da milliyetçileri, ne gariptir ki, genellikle Batı'da eğitim görmüş ve Batı kültürü ile yetişmenin nimetlerine erişmiş kimselerdir. Ne var ki, halk yığınlarını cehalet içinde tutmak için, Batı'ya kötü göstermeyi ve Batı'ya dönük Türkü dinsiz ilan etmeyi kendilerine şiar edinmişlerdir. Bunun böyle olduğunu, tanınmış bir yabancı yazar, Grunebaum şöyle belirtir: "Yakındoğu'nun Müslüman ülkeleri arasında Avrupa uygarlığına tam olarak katılmayı amaç edinen sadece Türkler olmuştur. Arap dünyası bunu, Türklerin İslamdaki zayıf durumları açısından izaha çalışmıştır."
- İslamı yok etmek için İslam ülkelerine saldıran Hıristiyan ordularının ilerlemesini önlemeye çalışan Türklere karşı Arapların Hıristiyanlarla birlik olmalarına değinen yazarımız İsmail Hami Danışnıend, ki aslında şeriat savunucusu olmakla tanınmıştır, şunları yazar: "...Arapların Türklere karşı besledikleri milli ve ırki kin ve garaz nihayet İslamiyeti imha için ortaya atılan Ehl-i Salîb'in en büyük başarılarını sağlayarak Antakya Haçlı Prensliği ve Kudüs Krallığı'nın ve sonuç olarak Suriye ile Filistin'deki Latin egemenliğinin oluşmasında başlıca neden olmuştur. Fatimilerin bu ateşli kini Şiiliğin Sünniliğe karşı bir mezhep düşmanlığı değil, Araplığın Türklüğe karşı... güttüğü ırki bir garazdır."5
- Batılı yazarlar arasında Marco Polo gibi Türk kanını'nın özgür yaşamlarına, bağımsızlığına ve karakter olgunluğuna hayran kalanlar çoktur. Ricol di Morte Groce bunlardan biridir. Bu ünlü yazardan öğrenmekteyiz ki Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuklu devletinde hakim olan gelenekler, Arap ülkelerinden çok farklıdır ve bu farklılık, özellikle Türk kadınının toplumdaki üstünlüğü ve yeri ile ilgilidir. (syf 29)
- Türk ülkelerinde kadın, erkek eş değerdedir. ancak ne var ki Şeriat dinine girmek sonucu Türklerdeki bu güzel gelenek yavaş yavaş yok olurken Batı'da aksine ve daha doğrusu akılcı gelişme nedeniyle kadın hakları sorunu ele alınmış büyük başarılara yönelik adımlar atılmıştır. (syf 29)
- 1331 yılında Sultan Muhammed Özbek Han'ı ziyaret eden İbn Batutanın anlattıklarına göre Sultan'ın eşleri öylesine serbest ve uygar kadınlar ki, erkeklerin yanına çıkmaktan, yabancı erkeklerle konuşmaktan ve hatta onlarla geziye katılmaktan, hediye alışverişinden geri kalmamaktadır. (syf 31)
- Türk hükümdarlarının eşleri olan hatunların, toplum yönetiminde çok önemli bir yer işgal ettikleri anlaşılmaktadır. (Zira) hükümdar ne zaman bir emir yayınlasa, bu emirname de mutlaka-'iş bu emirname Sultan ile Hatun Sultanın kararıyladır'- şeklinde bir kayıt görülmektedir. (syf 33)
- Bilindiği gibi Türkan Hatun, Selçuk sultanlarından Melik Şah'in eşi olmak sıfatıyla eski Türk gelenekleri gereğince devlet işlerinde söz sahibi olmuştu. Fevkalade zeki ve bilgili bir kadın olarak nice devlet adamını cebinden çıkaracak yeterlilikteydi. Özel katipleriyle, danışmanlarıyla o başlı başına bir HÜkümetti. (syf 37)