- Örneğin Tuborg ve Efes Pilsen bira fabrikaları, Turgut tarafından verilen teşviklerle kurulur. Bunların hepsinin temelinde, devlet parası vardır... O gün bu fabrikaları kendi verdiği teşvikle kurduran Turgut, başbakan olunca biraya karşı kampanya açar ve bunların televizyonda reklam yapmalarını yasaklar... Hiç kimse de bunun nedenini sormaz, soramaz... Çünkü bilinir ki rüzgarlar o gün öyle esiyordu, bugün böyle esiyor...
- "Türkiye'yi eski politikacılar mahvetti" diye başlayan nutuklar atıp da Demirel'e veryansın etmek aklının ucundan bile geçmezdi. 1971 yılında Demirel'e karşı çıktığını rüyasında görse, herhalde terleyerek uyanır ve ertesi gün abisine gidip, gördüğü bu rüyadan ötürü ondan özür dilerdi.
- Turgut güçlü adamdı. Bakanlar bile ondan çekinirdi. Bir gün odasında, bir devlet bakanı ve birkaç kişi daha kebap yiyorlardı. Bakan yemeğe başlamadan önce «Bismillahirrahmanirrahim» dedi... Ancak bu sözü Turgut duymamıştı. Bakan, Turgut'un gözünün içine baka baka ve daha yüksek sesle besmeleyi tekrarladı.
- Nitekim Turgut, Planlama müsteşarı olduğu 1967 yılında da, Frintaş adlı bir nakliye şirketi kurmuş ve bu şirketin başına Planlama'da en güvendiği takunyalı adamlarını getirmiştir. Çok sayıda soğutuculu kamyon ve römorktan oluşan Frintaş filosu devlet parasıyla kurulmuş ve kısa süre sonra şirket batmıştır. Frintaş kamyonlarından arta kalan enkaz, yıllarca Ankara'da Et Balık Kurumu bahçesinde çürümüş, sonra hurdacılara verilmiştir. Frintaş'ın öyküsü gerçekten inanılmaz bir olaydır.
Ben bir tek şeyi merak ediyorum. Acaba Turgut ticaret yaptığı 1975-1979 yılları arasında kaç para kazanmış, devlete kaç para vergi vermiştir? - Necmettin Erbakan aradan yıllar geçtikten sonra Cumhuriyet gazetesinde (16 Kasım 1988)
Ahmet Tan'ın sorusuna cevap verirken Turgut için şöyle diyecekti:
- Özal yumuşak bir demirdir. Hangi mıknatısı görürse, oraya yapışır. Bizim yanımızdayken, faizlerin kaldırılması gerekir diyordu. 1977 seçimlerinde milletvekili adayımız olduğu için televizyonda (Radyoda olacak) konuşturmuştuk. Ağır sanayi hamlesi, milli görüş deyip durdu. Sonra holdinglerin arasına düştü. Şimdi onların ağzından konuşuyor. - Bir gün Yaşar Tunagür'le birlikte bir kahveye gittiler. Aynı şeyleri orada da anlatmaya başladı. Dinleyenlerden bir vatandaş, Turgut'a sordu:
- Hoca efendi, bira haram mıdır?
- Haramdır.
Bir başka vatandaş söze girdi :
- Valla hocam, Süleyman'ın müslümanlığı bize yeter. Sen bize daha fazlasını teklif etme. Burada daha fazlası gitmez.
Kahkahalar patladı. Turgut kıpkırmızı olmuştu.
Sonuçta İzmir halkı, ne yazık ki MSP adayı Turgut'u seçmedi. Yaptığı bütün dinci propagandalar boşa gitmiş oldu. Oysa ne güzel konuşmalar yapmıştı... «Erbakan hocamız» demiş, «Faiz haramdır» demiş, «Milli görüş» demiş, «Ağır sanayi hamlesi» demiş, demiş oğlu demişti. - MSP yönetiminde, Özal biraderlerin ağırlığı giderek artıyordu. Turgut, Korkut'un listesi kazansın diye, günlerce kulis yaptı. Bütün bu olaylara tanık olan MSP milletvekili Şener Battal, kongre salonunda dayanamayıp bir şiir okudu:
Bir elde kadeh, bir elde Kur'an
Bir helâldir işimiz bir haram
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kafiriz ne müslüman
Şiiri Ömer Hayyam yazmıştı. Kim veya kimler için yazdığı bilinmiyordu. - 1977 seçimlerinden başlayarak Erbakan'ın yerine MSP genel başkanlığına oynamayı amaçlayan Özal biraderler, kulise iyice dalmışlardır. Turgut bu dönemde yaptığı bir Amerika gezisinde de, bu niyetlerini açıkça anlatır. Birkaç ay önce adayı olduğu Erbakan'a şimdi karşı çıkmaktadır. Amerika'da Planlama'dan iki eski daire başkanı olan Günal Kansu ve rahmetli Evner Ergun'a «Erbakan bu işi bilmiyor. Ya Korkut, ya ben genel başkan olacağız ve bunun için çalışıyoruz» der.
Turgut bu dönemde Demirel'e de bozuktur. Türkiye'de sağ partilerin gidişini iyi görmemektedir. İktidarın ya CHP'ye, ya da komünistlerin eline geçeceğinden kuşku duymaktadır. Bir gün Akbank'ta eski bir başbakana «Demirel hayatında bir defa başarılı olmuştur. O da benim Planlama müsteşarı olduğum dönemdir. Benim yardımlarımla bir
şeyler yapabildi» der. - Turgut, 1979 yılı sonlarında Demirel'e verdiği raporlarında aynen şöyle diyor :
«... 1973 yılından sonra da koalisyonlar devam etmiştir. Türkiye bu devrede modası geçmiş sol'un her türlü acayip programlarıyla ve Necmettin Erbakan'ın gerçek dışı, hayali programları arasında bocalayıp durmuştur. Türkiye gerçeklerini bilenler için bu hakiki hayat sahnesine konulan programlar, maalesef normal şartlarda abartılmış bir komedi manzarası arz etmiştir» ...
Demirel, Turgut'un kendisine sunduğu bu satırları dikkatle okumuş, ancak ona hiçbir zaman şu soruyu sormamıştır:
- Kardeşim, sen şimdi böyle diyorsun. Ama iki yıl önce, 1977 yılında Erbakan Hoca'nın partisinden aday olmadın mı? Aday olduğun zaman, o abartılmış komedinin farkında değil miydin? Yoksa o gerçek dışı hayali programları şimdi mi öğrendin?.. Ya da rüzgar ne taraftan eserse, sen o tarafa mı dönersin? - 24 Ocak 1980 kararlarından az sonra Turgut Amerika'dadır. Dünya Bankası'ndan 300 milyon dolar kredi istemektedir. Çok eskiden tanıdığı ve yakın olduğu Dünya Bankası başkanı ile ayrıntılı görüşmeler yapar. Sonuç olumludur. Para verilecektir. Ancak bu kuruluşun Turgut'tan «Ufacık» bir ricası vardır...Eloğlu bu... Adamın kara kaşına kara gözüne, ahbaplık hatırına para verir mi?.. Krediyi vereceklerdi de, Turgut'un bir belgeye imza atmasını istiyorlardı. Daktiloya çekilmiş belgeyi getirip, Turgut'un önüne koyuverdiler.
İmzalamasını istedikleri bu belgeyi okudukça, Turgut'un bile asabı bozulmaya başlamıştı. Ama bu durumu hiç hissettirmedi... Okudukça kızardı, sarardı, morardı. Turgut'un ağzından Dünya Bankası tarafından kaleme alınan belgede, bütün Türk ekonomisinin denetiminin bu
kuruluşa bırakılması öngörülüyordu. Buna göre Türk hükümeti, alacağı her ekonomik karardan önce Dünya Bankası'na haber verecek ve onayını alacaktı. Yapılan ithalat, daha önceden Dünya Bankası'na bildirilecek, bu kuruluşun seçeceği bazı yatırım projeleri programdan çıkarılacak, programa yeni alınacak yatırım projeleri için bunlardan onay alınacak, Türkiye bundan sonra belli sanayi dallarında yatırım yapmayacaktı. Türkiye ayrıca, geçmişte uygulanan devletçi politikalara yeniden dönülmeyeceği konusunda kesin güvence verecekti.
Turgut tek başına yetkili olsa, belki böyle bir belgeyi imzalardı. Ama onun başında bir başbakan, bir hükümet vardı. Kaldı ki bu belgede istenen ekonomik kapitülasyonlar, bütün Türkiye Cumhuriyeti'ni bağlayıcı nitelikteydi... Turgut, Dünya Bankası'ndan biraz süre istedi... Sonra adamlarla biraz pazarlık yapmaya kalkıştı... Ancak Dünya Bankası inatçıydı... Turgut çok bozuktu... Çevresindekilere sürekli olarak «Yahu bu adamların bizden istediğine bakın. Bu kadarı da olmaz. Bunlar çıldırmış. Bunu imzalayanı ipe gönderirler» diyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuş, ne yapacağını şaşırmıştı. Washington büyükelçiliğimizden Ankara'yı aradı ve durumu Demirel'e sordu:
- Abi hikaye budur. Çok ağır hususlar var. İmzalamakta tereddüt ediyorum. Ne yapayım dersiniz?
- Turgut, kardeşim, sen nasıl münasip görürsen öyle yap. Karar senindir. Tam yetkilisin.
Turgut «Bunu imzalayanı ipe gönderirler» dediği belgeyi 300 milyon doların hatırına imzaladı. Kendisini hiç kimse ipe göndermedi. Ondan sonra da bunun gibi nice belgeleri imzalayacak, ancak bırakınız ipe göndermeyi, bunların hesabını hiç kimse hiçbir zaman sormayacaktı. Yol, bir kez açılmıştı...
«Sayın MC Namara» diye başlayan 7 Şubat 1980 tarihli bu «Çok Gizli» belgeyi o zaman ele geçirmiş ve o günlerde çalışmakta olduğum Milliyet gazetesinde patlatmıştım. Turgut buna çok sinirlenmiş ve başta Kaya Erdem olmak üzere bu belgeden haberi olan birkaç kişiyi «Maşallah kevgir gibisiniz. Üzerinizde hiçbir şey durmuyor» diye azarlamıştı ... Bu mektup bir ibret belgesidir ve tarihe geçecektir... Çünkü Turgut, günümüz Türkiye'sinin temellerini böyle atmaya başlamış ve ülkemizi yabancı kuruluşların güdümüne bu gibi gizli belgelerle sokmuştur.