- Bence, mesele, kendi ilmimizi, kendi kültür eserlerimizi okuyup anlamaktır, ötesi teferruattır. Osmanlılarda hiçbir dönemde Arapça bilmiyorlardı. Bu itibarla, günümüzün güç şartları içinde, bugünkü nesillerin böyle bir gayreti göze almaları tam bir hayal olur. Esasen, saik yok, motivasyon yok. Arapça dilimize, kemiğimize girmemiş ki. Niçin öğreneceğiz? Sebebi nedir? Bütün Arapça kitaplar nasıl olsa İngilizce, Fransızca veya diğer bir batı diline çevrilmiştir.
- Batı'nın mimarı olduğu her kuruluş gibi, UNESCO da deniz kızına benzer; muhteşem bir baş altında sefil bir kuyruk. UNESCO Avrupa'nın binbir aldatmacasından biri. UNESCO ideali bir çeşit afyon. Zavallı Asya! İkinci Dünya Savaşı'nda Asya'nın hiçbir günahı yok. Milyonları kudurmuş sürüler halinde birbirine saldırtan yalanları o imal etmedi. Irkçılık Fransa'da doğdu, Almanya'da gelişti, Amerika'da uygulanmaktadır. Sevgili Amerika bir yandan sulhun, hürriyetin havarisidir, bir yandan kendi vatandaşlarına kuduz köpek muamelesi yapar.
UNESCO, açıkgöz düşünce cambazlarının büyük bir istiha ile memelerine sarıldıkları garip bir inek. Süslü kutularla sunulan bir afyon UNESCO. Amacı: Asya ile Afrika'yı terbiyeli bir sirk hayvanı haline getirmek, kurdun dişlerini törpülemek ve köpekleştirmek. - Gandhi milliyetçidir. İnsanlığı sevdiği için milliyetçi. Millet sevgisi ile insan sevgisi aynı şey ona göre: "Hind'e hizmet edeceğim diye İngiltere veya Almanya'ya kötülük edemem. Evimin dört bir yandan duvarla kuşatılmasını, pencerelerimin kapatılmasını istemem. Her ülkenin kültürü bir bahar rüzgarı gibi serbestçe esebilmeli odamda. Ama beni önüne katıp götürmemeli. İman bir zindan değildir. Tanrının bütün yaratıklarına açıktır bu iman. Ne ırk ayrılığı tanırım, ne renk ayrılığı."
- Korkunç bir tehlikenin arifesindeyiz. Çatışan milletlerle sınıflar, gelişen teknik: uçuruma açılan iki ray. Dünyamız hiçbir zaman, birleşmeğe bu kadar yakın, birlikten bu kadar uzak olmamıştır.
- İnanan için felsefe, hasta bir tecessüstür sadece. İslam, Yunandan mantığı alır, mantığı yani metodu. Avrupa kiliseyi felsefeyle devirir. Abese karşı batıl. Amaç: Şatoyu yıkmak, kilisenin payandaladığı şatoyu. Politika tehlikeli bölge, bu itibarla hesap mücerrette görülür, mücerrette yani metafizikte. En samimi evlatlarının itirafıyla sabit: Filozof denen hayvan, bir çoban köpeğidir Batı'da. Kurulu düzenin emrinde, kah uyuz, kah kuduz bir çoban köpeği.
Bizde ne kilise var, ne imanı imtiyaz haline getiren içtimai bir zümre. Sınıfların kurulmadığı ve kurulamayacağı bir "düzende" mümin kiminle kavga edecekti? Avrupa'nın mabadüt tabiyesi (metafiziği) neyi halletmiş? Felsefe, bütün ifşalarını eski Yunan'dan beri tüketmiş bulunmuyor mu? Hakikatte incir çekirdeği doldurmayan ifşalar. Osmanlının selim aklı, bu gevezeliklere elbette ki iltifat etmeyecekti. İslam'ın Devlet-i Aliyye'ye mirası laf cambazlığı değil, adalet ve imandır.
Ne yazık ki, kelimelerin kurbanı olduk sonunda, hürriyetin değil lafızların esir-i hüsnü olduk. Birer tılsım sandık, sloganları. - Devir değişti. Batı'nın dini batılları karşısında gösterdiğimiz durendişliği, siyasi yalanları karşısında gösteremedik. Misyonerin muhatabı millet, uyanık, şuurlu, tecrübeli bir millet. Siyasi misyoner muhatabını iyi seçti: İmanını kaybeden, köksüz ve zavallı bir mahluk, yani aydın. İnkiraz devri intelijansiyasının bedbaht ve serseri tecessüsünü avlamak için bir avuç yaldızlı söz yetti de arttı bile.
- İstikbalimizin üzerinde yükseleceği tek sağlam zemin: Tabu tanımayan gerçek bir hürriyet. Anarşizm, yalanlara hapsedilen idrakin isyanı, şuursuz ve tehlikeli bir isyan. Bir yalandan başka bir yalana, bir abesden başka bir abese kaçış.
Her beşeri düzen kusurludur. Aydın, bu kusurları göremez, yani men edilirse, ya körü körüne saldırıya geçer yahut köleleşir. Aydın, toplumun vicdanıdır. Susmaya mahkum edilirse, ısırır veya boğulur. Tenkit hakkının mutlak olmadığı her ülkede, alkış bir yalandır, küçülten, sefilleştiren bir yalan. Bu yalanların devamında kimin menfaati var? Kimsenin. Üzerimize ölü toprağı serpilmiş. Zilletten gurur duyuyoruz. - Bir medeniyetin başka bir medeniyete istihale etmesi tam bir hayaldir. Bu hayali çok pahalıya ödedik. Batılılaşmanın, batmak olduğunu idrak ettiğimiz zaman iş işten geçmişti. Bir medeniyet başka bir medeniyetten ancak malzeme alır. Bu malzeme bütün insanlığın ortak malıdır. Her müessese her iklimde gelişmez. Hangi müesseselerin hangi iklimlerde gelişeceği ancak uzun bir tefekkür ve sabırlı bir tetkik ile anlaşılır. Kendi tarihimizi, kendi içtimai bünyemizi bilmeden, tarihine yabancı olduğumuz, temellerine eğilmediğimiz, tezatlarından habersiz bulunduğumuz bir dünyanın siyasi müesseselerini aynen benimsemek hataların hatası idi.
- Sol perişan, sağ paramparça... Kaç insan varsa, o kadar düşünce, o kadar ideoloji, o kadar ıslahat reçetesi. Evvela dillerimiz ayrı, kelimeler herkes için başka manalar taşıyor. Tarih bir küfürler kitabı. Bu facia dünyanın başka hiçbir ülkesinde görülmemiştir. İttihat ve Terakki, zaferini padişahlara hakaretle sağlamak zavallılığa düştü. Sonra İttihad ve Terakki de yerin dibine geçirildi. Her yeni iktidar eski iktidarı horlamayı marifet saydı. Zavallı gençler bakışlarını maziye çevirince, yüz kızartıcı bir facialar yığını ile karşılaştılar. Kime güvenecek, neye dayanacaklardı? Büyükleri bir tahrip humması içinde idiler. Şöhretleri, faziletleri, şahsiyetleri tahrip... Onlar da birbirlerini tahribe başladılar. Hem de sözle değil kurşunla, bombayla. Memleket bir intihar salgını içindedir. Tek çıkar yol, bu korkunç tefrikaya bir son vermek, çılgınlıklarımızı dizginlemek, başkalarına hürmet etmek ve kinin yerine sevgiyi ikame etmektir.
Kanaatimce sağ ve sol tasnifi Avrupa'dan ithal edilen bir bid'attir. Hepimiz aynı tarihin çocuklarıyız. Düşman bir dünyanın kucağında yaşıyoruz. Birbirimize kenetlenmez, ahmakça sloganların esiri olarak birbirimizi hançerlemekten vazgeçmez, İslam'ın birleştirici bayrağı altında toplamaz, İslam'ın şiarı olan müsamaha, adalet ve sevgiye kulaklarımızı tıkamakta ısrar edersek, dünyanın en büyük medeniyetini gerçekleştirmiş olan zavallı milletin mezarcısı oluruz. - Elbette ki her dil, yeni bir mefhuma, yeni bir karşılık bulmağa çalışacaktır. Çılgınlık, dilin öz malı olmuş lafızları, kökleri Arapça veya Farsça'dır diye kovmağa kalkışmak. Birincisi inşa, ikincisi tahrip. Cetlerimiz, buldukları yeni kelimeleri devlet zoruyla kabul ettirmediler. Her buluş bir teklifti sadece. Osmanlı'nın "tilcik" üretmeğe memur ulema-yı rüsumu yoktu........
...... Osmanlıca sözler niçin kovulmalıymış, biliyor musunuz? Yeni harflerle yazılamıyormuş da.. Ne dâhiyane gerekçe! Dil alfabeye uymuyor diye bin yıllık dile kıyacağız.. Buna alfabe değil Proküst'ün yatağı derler.......
........Rahipleri, aforoz müessesesi olan bir kilise karşısındayız. (T.D.K. kastediliyor) Bu yaman teşekkülün başlıca görevi mikrop üretir gibi "tilcik" (sözcük) üretmek, Türkçe'nin nahvini ve inşasını bozan müritlerine "ödül" dağıtmak, fermanlarına karşı koyan haddini bilmezleri edebiyat cumhuriyetine sokmamaktır.